Hiç birimizin elinde masal kahramanları gibi geleceği okuyan kristal küre yok. Bırakın dünya siyasetinde neler olacağını doğa olaylarını tahmin etmekte bile zorlanıyoruz. İklim değişikliği kuraklık yaratacak mı, bu kış diyelim ki, İstanbul’a kar yağacak mı tam olarak bilemiyoruz. Ancak genel eğilimler konusunda bir şeyler söylememiz, tahminde bulunmamız, hatta tahminlerimizin tutması mümkün.
Elimizdeki, daha doğrusu aklımızdaki modeller, teoriler ve geçmişten, yani tarihten çıkarttığımız dersler hem bazı olayların diğerlerinden daha önemli olabileceğine, hem de sonuçlarının kapsamlı ve kalıcı etki üretebileceğine işaret ediyor. Olağan dışı doğa olaylarının, deprem silsilelerinin akışına bakıp hazırlıklı olma çağrısında bulunabiliyoruz ya da iklim değişikliği durdurulmazsa olumsuz sonuçlarının ciddi olabileceğini söyleyebiliyoruz.
Benzeri dünya siyaset sahnesinde yaşanabilecek gelişmeler için de geçerli. Bazıları bariz bir şekilde diğerlerinden daha önemli, çünkü sonuçları hepimizi etkileyebilecek nitelikte. Mesela dünyada bu yıl pek çok seçim olacak ama bunların arasında kimin galip geleceği şimdiden kestirilemeyen Amerika’nın başkanlık seçimleri çoğundan önemli olacak. Trump veya onun türevi biri seçilecek olursa doğuracağı sonuçlar farklı, Biden seçilirse farklı olacak.
Her ne kadar iki eyalet (Colorado ve Maine) Trump yeniden başkan olamaz dese de son sözü muhtemelen eyaletlerin yargı organlarından ziyade ABD Yüksek Mahkemesi söyleyecek, dendiğine göre Ocak 2021’de yaptıklarının dokunulmazlığı kapsamına girip girmediğine bakacak. Bu konuda yorum yayınlayan CNN-Int Yüksek Mahkeme’den belli ki, çok umutlu değil. Uzun uzun hakkında açılan dört davada 91 suçtan sorumlu tutulan birinin başkan seçilmesi sonrasında olabilecekleri anlatmış.
CNN editörlerinin ve onlar gibi düşünenlerin endişesi Trump’ın Amerika’nın gücünü erozyona uğratacağı, “Önce Amerika” deyip içine kapanmasına, Ukrayna gibi savaşlara destek vermemesine, NATO’yu ihmal etmesine yol açacağı. Kibarca hatırlattıkları Hitler benzetmesinde ne kadar samimi oldukları tartışmalı olmakla birlikte, Trump’ın demokrasinin alışıldık yöntemlerine pek değer vermediği hepimizin malumu.
Seçilirse bizim gibi ülkeler açısından sorun doğurması da Amerika ile olan sorunlarımızın çözümünde Biden Yönetimi’nden daha makul davranması da mümkün. Unutmamamız gereken Trump’ın ırkçılığı ve İslam karşıtlığını içselleştirmiş olduğu. İktidara gelirse yapacağı ilk işlerden birinin Müslüman çoğunluklu ülkelere karşı yeniden vize kısıtlaması getirebileceği, diğer yandan Ukrayna savaşını bitirip üstümüzdeki yükü kaldırabileceği.
Tabii ki o zamana değin savaş çoktan bitmemiş ya da tırmanıp küreselleşmemiş olursa. Ben bitme olasılığının daha yüksek olduğunu, Biden Yönetimi’nin 61 milyar dolarlık yardım paketini Kongre’den geçirememesinin ve Avrupa’da giderek ivme kazanan savaş yorgunluğunun bir şekilde herkesi mutlu edecek sonuca ulaşılabileceğini, Ukrayna için AB üyelik perspektifinin siyasi özendirmeye dönüşeceğini düşünüyorum.
Ukrayna parantezini kapatırsak, dünya siyaseti üstünde etkili olabilecek bir başka seçim de Hindistan’da yaşanacak. Amerika başta olmak üzere pek çok ülkenin gözü kulağı da Mayıs’ta orada olacak. Keşmir sorununu tırmandırmasından korkulan, normal şartlarda popülistliği ve keskin milliyetçiliği nedeniyle eleştirilmesi gereken Modi’nin üçüncü kez iktidara gelip, yine Çin karşıtı eksende yer alması beklenecek.
Seçimler dışında dünya barış ve güvenliğini, dahası ekonomisinin geleceğini belirleyecek bir başka alan da küresel jeopolitik rekabetin gergin yaşandığı ABD-Çin ilişkileri olmaya aday. Kasım ayında Kaliforniya’da buluşan Xi ve Biden her ne kadar birbirlerine çatışmadan kaçınma sözü vermişse de Amerika’nın kriz çıkartma potansiyelini hafife almamakta yarar var.
Tayvan iki ülkeyi ziyaret, tatbikat ya da orantısız güç gösterisiyle bir kez daha çatışmanın eşiğine getirebilir. Ayrıca Güney Çin Denizi’nde muhtelif ülkelerin birbiriyle ve Çin’le olan adalar ve deniz yetki alanları sorunlarını da unutmamak gerek. Japonya’nın tetikte olduğunu, Kuzey Kore’nin nükleerleşmesi kadar Çin’in olası yayılmacılığından endişe duyduğunu da bir yerlere not edelim.
Tüm bunların dışında Haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden aşırı sağın kazançlı çıkabileceğini, Gazze’deki savaşın tahminlerin ötesinde uzayıp can kayıplarının artmasına, bölgenin daha da yaşanamaz hale gelmesine ve savaşın Babülmendep Boğazına sıçramasına yol açabileceğini de siyasi akılımızda bulundurmakta kolektif fayda olabilir…