Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO Zirvesi nedeniyle gittiği Brüksel’de diğer temaslarının yanı sıra Türkiye’nin sorunlu olduğu üç önemli ülkenin liderleriyle de görüştü. Ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla üç görüşme de taraflarca olumlu bulundu.
Şu ana kadar ne Yunanistan, ne Fransa ne de Amerika’dan görüşmelerin işlevsiz olduğuna, Türkiye ile ilişki biçimlerinin değişmediğine yönelik bir açıklama geldi. Hatta Biden dün iyi şeyler hissettiğini bile söyledi. Cumhurbaşkanı da zaten üç görüşmeden de memnun ayrıldığını ima eden, daha doğrusu vurgulayan bir basın toplantısı yaptı.
Belli ki bazı konularda tarafların pozisyonları birbirine yakınlaştı, sorunların askeri yöntemlerle değil diplomasiyle yönetilmesi için mutabakat oluştu. Artık Ege ve Akdeniz’de daha az güç gösterisi olacak, “brinkmanship” siyaset yapma biçimi olmaktan çıkacak diyebiliriz.
Amerika ile olan sorunlarımız da müzakereyle çözüleceğe benzer. Çözülemeyenler de muhtemelen ilişkilerde sağlanacak yeni ivme ve yaratılacak yeni işbirliği alanlarıyla sorun kategorisinden çıkartılacak. Her ne kadar süresini kestirmek zorsa da bu üç ülke ile Türkiye arasında bir tür “Davos Süreci” yaşanacak.
***
Davos Süreci bildiğiniz gibi 1987 yılında Yunanistan’ın Bern Mutabakatına uymaması yüzünden çatışmanın eşiğine gelen iki ülkenin liderlerinin, başbakanlar Turgut Özal ve Andreas Papandreou’nun, aracılar marifetiyle başlattığı yumuşama, gerilimi düşürme hamlesiydi.
Uzun sayılabilecek müzakereler neticesinde, 31 Ocak 1988’de Davos’ta dokuz maddelik bir açıklama yapılmış, sorunlu konularda birlikte çalışılacağı dünyaya deklare edilmiş, böylece de iki ülkeyi ve bölgeyi derinden etkileyen bir kriz sona erdirilmişti.
Pazartesi günü Brüksel’de böylesi açıklamalar yapılmadı ama buluşmalarla üç ülkeyle olan gerilim bariz şekilde düşürüldü. Temennim bu durumun süreç olarak anılabilecek kadar uzun sürmesi, Brüksel’le birlikte hatırlanması, Türkiye’nin dış politikasında, dünyaya ve kendine bakışında yeni bir dönüm noktası oluşturması.
Çünkü üç ülke de Türkiye için önemli. Bizim onlarla gerilime değil görüşmeye, müzakereye, sorunları birlikte yönetmeye ihtiyacımız var. Her sorunu doğal olarak çözemeyiz. Fakat sorunların gündemi esir almasını, krizle yönetilmeye çalışılmasını, yaptırımlara ve karşılıklı suçlamalara konu olmasını, iç politikada kullanılır hale gelmesini önleyebiliriz.
Bu da ancak ortak çıkar alanlarının tanımlanması, tarafları birleştiren konuların ayıranları dengelemesiyle, biraz da iyi niyetiyle olur. Fransa ile Libya, Amerika ile Suriye’nin bir kesimi ve Afganistan konusunda örtüşen çıkarlar sorunların aşılmasına yardımcı olma potansiyeline sahip. Türkiye-Yunanistan ilişkilerine de sanırım Almanya’nın desteği ve mülteci konusu katalizör olacaktır.
***
Eminim dört ülkede de, onların dışında da Brüksel Süreci’nden mutlu olmayanlar, Türkiye’yi izole etmek ya da kendilerine muhtaç hale getirmek için çaba harcayanlar, Amerika-Türkiye yakınlaşmasından, samimiyet yansıtan fotoğraflardan rahatsız olanlar çıkacaktır. Siyasi ya da başka nedenlerle Biden’ı, Erdoğan’ı, Macron’u, Mitsotakis’i eleştirenler de mutlaka olacaktır.
Zaten şimdiden çok sayıda ve bazıları da kendilerince haklı eleştiriler yapıldı. Geçmişte söylenenlerle bugün karşılaştırıldı, tutarsızlıklar dile getirildi. Yine de Türkiye açısından tansiyonun düşürülmesi önemliydi. Artık tırmandırmanın, güç tehdidinde bulunmanın yüksek sesle konuşmanın sınırına gelmiştik. Dışarıdaki gerilim içeriye gerilim ve demokrasi açığı olarak yansıyordu.
Yeni yöntemlerin denenmesi gerekiyordu. Şimdi tam da bu yapılıyor. Ancak iyi mi, kötü mü yapılıyor henüz bilmiyoruz. Müzakerelerde konuşulanlar diplomasinin doğası gereği gizli. Benim varsayımım herhangi bir nedenden dolayı müzakerelerde, özellikle de Biden ile Erdoğan arasında gerçekleşende “gereksiz” taviz verilmediği, S-400 gibi sorunların çözümünün zamana yayıldığı, dolayısıyla da ertelendiği yönünde.
Anlaşılan benzeri YPG konusu için de geçerli. O da zamana yayılmış. Diğer yandan 24 Nisan açıklamasının müzakere gündemine alınmaması bence isabetliydi. Geriye dönüşü mümkün olmayan bir karar için boşuna zaman ve diplomatik enerji harcanmadı. Umudum başlayan bu “sürecin” Türkiye’nin dış politikası kadar iç politikasında da yeni bir milat olması, demokrasisini ve insan haklarını güçlendirmesi, iyi yönetişimi ilke olmaktan çıkartıp uygulamaya koyması…