İdeal bir dünyada Birleşmiş Milletler gibi bir örgütün Suriye’de olanlara sessiz kalmaması, dünyanın her yerindeki zulme ve haksızlığa karşı çıkması, hatta müdahalede bulunması gerekir. Böylesi bir dünyada Filistin sorunu da olmayacak, Bosna’daki dram da zamanında yaşanmayacaktır. Ancak ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz, BM zayıfı güçlüden ve güçsüzü kendisinden korumak için kurulmadı.
BM’nin asıl kuruluş amacı bir daha dünya savaşının çıkmamasını, büyük devletlerin “küçük sorunlar” yüzünden birbiriyle savaşmamasını sağlamaktı. Kurucuları BM’nin ardılı olduğu Milletler Cemiyeti’nin deneyimlerinden ve eksikliklerinden dersler çıkarttılar, idealizmi bir kenara koyup dünya gerçeklerine, güç dengelerine tekabül eden bir örgüt kurdular. Bu yüzden de Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimi üyeye veto yetkisi tanıdılar.
***
BM kuruluş amacının ifasında başarılı oldu. Soğuk Savaşa, dünya siyasetini sarsan krizlere rağmen büyük devletler arasında büyük bir savaş çıkmadı. Çıkan küçük savaşlar da büyük bir savaşa yol açmadan yönetildi, yönetiminde Güvenlik Konseyi etkili oldu. Taraflar son Halep krizinde olduğu gibi birbirlerini suçlasalar da sonunda birbirlerini yok etmeye kalkmadılar. Dünyayı kimi zaman etki alanlarına böldüler, kimi zaman da piyonları vasıtasıyla çatıştılar. Ama açıkça savaşmadılar.
Dünya da bu arada değişti. Güç dengeleri farklılaştı. Almanya ve Japonya askeri açıdan değilse bile ekonomik ve siyasi açıdan etkili ülkeler haline dönüştü. Türkiye gibi bölgesel aktörler, liderlik kapasitesine sahip devletler ortaya çıktı. Yeni sorunlar, yeni fay hatları baş gösterdi. Dünyanın esenliği ve güvenliği için karar alma konumunda olan BM Güvenlik Konseyi’nin de değişime ayak uydurması, farklılaşması gereği gündeme geldi.
Ama II. Dünya Savaşı sürerken BM sistemini kurgulayanlar bu sistemi o kadar sağlam kurgulamışlardı ki değişmesini değişmesine karşı çıkacakların rızasına bağlamışlardı. Genel Kurul teklif etse, diyelim ki Türkiye yeni bir projeyle ortaya çıksa dahi değişim imkansızdı. Beş daimi üye evet demeden BM sisteminin değişimi mümkün değildi. Kaldı ki sistem de zaman içinde herkesin bir şekilde yararlandığı bir rejime dönüşmüştü.
Zaten mutlak adalet idealinin hayat bulacağı bir değişim ancak tüm devletler arası sistemin, hatta belki de dünya kapitalist sisteminin değişmesiyle mümkündü. Bir yandan egemen eşitlik ilkesini kabul ederken ve iç işlerine müdahale tabu olarak korunurken diğer yandan R2P, yani Koruma Sorumluluğu Doktrinini savunmak, öte yandan da devletlerin çıkarlarının gereği gibi hareket etmemelerini beklemek çok zordu.
Bizim ve bizim gibi düşünenlerin en büyük yanılgısı BM Şartı’nın özüne değil sözüne bakmamız, onun öngördüğü kolektif güvenlik sisteminin çalışacağını sanmamızdı. Oysa “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mantığına dayanan kolektif güvenlik anlayışı bencil çıkarların kol gezdiği, her devletin kendi güvenliğini korumakla mükellef olduğu devletler sisteminde yeri geldiğinde diplomatların siyasi baskı için kullanacağı bir enstrümandan başka bir şey değildi.
***
Eğer BM’yi kuranlar kurdukları sistemin çalışacağına, dünyaya her anlamıyla barış ve güvenlik getireceğine inansalardı Şart’ın bireysel ve ortak öz savunmayı öngören 51’inci maddesini menülerine hiç dahil etmezlerdi. Ayrıca sistem doğru düzgün çalışmış olsaydı ne NATO, ne de AGİT gibi örgütlere ihtiyaç kalırdı. Sistemin çalışmayacağı, çalışmasının sadece beş büyük devletin çıkar ve beklentilerinin uyumu halinde mümkün olacağı daha baştan belliydi.
Yanlış anlaşılmasın BM tabii ki önemliydi, hala da önemli olmayı sürdürüyor. Suriye sorununa ve diğer sorunlara çözüm bulunacaksa ancak burada bulunacak. Türkiye’nin dünyanın beşten büyük olduğunu hatırlatmasında da beis yok. En azından biz buradayız, söyleyecek sözümüz var, reform yapacak olursanız bizi de düşünün diyoruz, itirazlarımızı kayda geçiriyoruz. Yeter ki gerçekleri olduğu gibi görelim, BM’nin asıl amacının ne olduğunu unutmayalım…