Bir köşe yazarı olarak Mensur Akgün 15 Nisan 1994’de Yeni Yüzyıl’la birlikte doğdu. Sonra yaşamının Yeni Binyıl, Hürriyet Web, Finansal Forum, Referans, ardında da Star evreleri oldu. Karar’ın kuruluşundan bu yana da haftada iki kez bu köşede karşınıza çıktı. Arada roman, sanat, edebiyat ve biraz da hayattan bahsetse de genellikle dünya siyaseti ve Türkiye’nin dış politikası hakkında yazdı.
Kendini akademik anlamıyla realist varsaydı. Ama diğer okulların öğretilerinden de zaman zaman yararlandı. Mümkün olduğunca bardakların dolu taraflarını görmeye, olan bitene elinden geldiğince iyimser ve tarafsız bakmaya çalıştı. Aklı erdiğince sorunlara çözümler önermeye, bulunan makul çözümleri de desteklemeye gayret etti. Nükleer savaş tehlikesinden, iklim değişikliğinin dayatacağı sonuçlardan da hep korktu.
Amacı kendisinin dediğine göre hiç bir zaman için bağcıyı dövmek olmadı. Hep üzüm yemek, yaşadığı ülkenin, bölgenin ve genel olarak dünyanın istikrarına katkıda bulunmak istedi. Fazla hayale kapılmadan daha adil bir düzen, insana ve haklarına daha saygılı bir ülke için yazdı. Hukukun üstünlüğünü önemsedi. İktidarları eleştirdi ama iyi şeyler yaptıklarında da övdü. Hatalarından döndüklerindeyse döndükleri için kızmadı.
Sadece bazen iç geçirip keşke bu kadar yüksek perdeden konuşmasaydılar, keşke yapamayacakları şeyleri söylemeseydiler dediği oldu. Madem barışacaktınız neden Sisi’yi bu denli sert eleştirdiniz diyenleri de anlayışla karşıladı. Ancak barışmayı, sorunları müzakereyle çözmeyi, diplomasiyi ve Türkiye’nin kazanımlarını korumasını oldum olası önemsedi. Dünyaya bakarken detaylarda kaybolmamaya, sorunları tarihsel perspektifinde görmeye de galiba özen gösterdi.
Bana öyle geliyor ki bundan sonra da gösterecek, ağaçları sayarken ormanı göz ardı etmeyecek. Bir de bana dediğine göre sorunları yine Türkiye perspektifinden okumayı sürdürecek. Türkiye’nin hem bugüne hem de “Batı Sonrasına” hazırlıklı olması gerektiğini söyleyecek. Mesela BRICS’le yakınlaşmaya ABD ne der mantığı üstünden bakmayacak. Anlık çıkarları korumak içinse uyum kadar uzlaşmaya, yani pazarlığa önem atfedecek.
Büyük devletlerin, hatta bütün devletlerin dediklerine karşı mesafeli duracak. Bence ne birine ne de diğerine güvenecek, sizden de güvenmemenizi isteyecek. Olasıdır ki tarihten örnekler verip, İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefiklerinin Türkiye’yi geleceğini ve çıkarlarını zerre kadar dikkate almadan nasıl savaşa sürüklemek istediğini anlatacak. Temel devlet davranışının binlerce yıldır değişmediğini iddia edecek.
Muhtemelen yazacağı konular da yazabildiği sürece çok değişmeyecek. Bu sayfalarda kutuplar arası gerilimlerden, Rusya, Çin ve Amerika krizlerinden, bölgesel sorunlardan, Kıbrıs’tan ve korkarım Filistin’den, oradaki insanların bitmek bilmez acılarından bahsedecek. UCM ve UAD’yi takip edecek. Fakat mahkemelerin alacakları kararların siyasi sonuçlar doğurabileceğine pek fazla inanmayacak.
Parçası olmak istediğimiz ama sürekli reddedildiğimiz Batı dünyasıyla insan hakları ve hukuk alanındaki uyuşmazlığımızdan, AİHM ve belli ki AYM kararlarından söz edecek. Umudu olmasa da Türkiye’yi AB içinde görmek arzusundan vazgeçmeyecek. Diğer yandan artık gündemde olmayan AB üyelik perspektifinin bize istediklerini yaptırmak isteyenler tarafından manivela olarak kullanılmasına karşı çıkacak.
Avrupa sağının sağa kayışını, Avrupa fikrinin erozyonunu, mültecileri, teröristleri, Brexit benzeri kopuşların bize ne ifade ettiğini anlamaya ve anlamlandırmaya bundan sonra da çaba harcayacak. Amerika ile olan bitmez tükenmez sorunlarımızdan, onların çözüm ve yönetim yöntemlerinden söz edecek. Yazılarında Somali’den Ukrayna’ya Türkiye’nin barış girişimlerini, sorunlar yerine çözümlerin parçası olduğu zamanları işleyecek.
Türkiye’nin Asya, Afrika ve Latin Amerika açılımları da sanırım bundan sonra üstüne eğileceği konular arasında olacak. Tekrar bir ticaret devleti gibi davranmamız, önceliği ekonomik çıkarlarımıza vermemiz, güvenliği de göz ardı etmemiz gerektiğini vurgulayacak. NATO’yu güvenliğimizin temel dayanağı olarak görmeyi, 1952’den bu yana üyesi olduğumuz ittifakın bizi sadece dış tehditlerden değil ittifak içindekilerden de koruduğunu yazmayı sürdürecek.
Size de sık sık bu köşeden onu okuyun, bunu okuyun demeye devam edecek. Boş zamanlarınız için özellikle pazar günleri seyredecek filmler, dinlenecek müzikler, gidilecek yerler önerecek. Bazen de çok sıkıcı yazılar yazacak. Fakat bir daha kolay kolay kendisi hakkında kendisine yazı yazdırmayacak. Zaten nasılsa yazdıkları başka yazarlar gibi beklentilerini, hayata bakışını, dünyayı algılayışını yansıtıyor olacak. İyi ve huzurlu bir pazar günü dileğiyle…