BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzacısı 198 ülkenin temsilcileri gelecek hafta mutat toplantılarından birini daha yapmak üzere Mısır’a gidiyor. 6 Kasım da başlayıp 18 Kasım’da bitmesi planlanan toplantıda sıcaklık artışını sınırlayacak yeni tedbirlerin alınmasından ziyade eskilerinin gözden geçirilmesi, uygulanmayanların uygulanması için çaba harcanması bekleniyor.
Resmi gündemde iklim değişikliğinin getirdiği meydan okumaya direnmekte zorlanacak olan ülkelere mali yardımdan cinsiyet sorununa kadar her şey var. Gayri-resmi gündemi ise Mısır’ın demokrasi açığı ve insan hakları ihlalleri belirleyeceğe benzer. Bir de muhtemelen hangi liderin katıldığı, hangi ikili görüşmeyi yaptığı ve tabii ki iklimden ziyade ev sahibi ülke hakkında ne düşündüğü.
Belli ki krizin ciddiyeti üstüne son günlerde raporlar yayınlanmasına, BM Genel Sekreter’i konuşup soruna ilgi çekmeye çalışmasına rağmen COP 27 geçtiğimiz yıl Glasgow’da gerçekleşen COP 26 kadar bile ses getirmeyecek. Sorunun ne kadar acil ve ciddi olduğunu çok kimse konuşmayacak, yine planlar ve programlar açıklanacak ama yeteri kadar tedbir alınmayacak.
Oysa kriz kendisini hepimize hissettiriyor, metan, özellikle de karbon salımını azaltılmazsanız dünyayı yaşanılmaz hale getiririm diyor. Sıcakların mevsim normallerinin üstünde seyretmesi dahi kendi başına bir gösterge. Bir yandan buzullar eriyor, diğer yandan denizler yükseliyor, aynı anda kuraklık artıyor, olağan dışı miktarda yağmurlar yağıyor.
Okyanus kasırgaları Amerika kıyılarını vururken, Afrika her geçen yıl daha da sıcak, daha da yaşanılmaz hale geliyor. Yakında iklim kaynaklı kuraklıkların büyük çaplı göçlere yol açması, ada devletlerini suların yutması, bugünkü yaşam alanlarımızın çoğunun ekolojik özelliklerinin değişmesi, birkaç on yıl içinde milyonlarca insanın daha kuzeye, hala verimli, ekonomik açıdan çekici olan bölgelere doğru yönelmesi kaçınılmaz.
Yaşanacak sarsıntının boyutu büyük. Tam bir küresel katastrof mahiyetinde. Yapılması gerekense başta karbon kaynaklılar olmak üzere atmosfere saldığımız gazların miktarının azaltılması. Sorumluluk da herkese, tüm devletlere ve hatta çıkar gruplarına düşüyor. Devletlerin başkaları ne yapıyor demeden elinden geleni yapması, bizlerin de yaşam tarzlarımızı değiştirmesi, arkasında daha az karbon ayak izi bırakarak ilerlemesi şart.
Ancak bu hiç kolay değil. Çünkü hemen hiç birimiz krizin öneminin idraki içinde değiliz. Hepimiz bir şeylerin değiştiğini, dünyanın eskisi gibi olmadığını görüyoruz ama değişimin uzun süreye yayılacağını ve tek başına tedbir almanın işe yaramayacağını düşünerek sorumluluklarımızı erteliyoruz. Hemen her zaman iklimden daha önemli, daha acil bir şeyler oluyor.
Devletler için savaşlar, siyasiler için kendi özel gündemleri belirleyiciliğini koruyor. Bireyler olaraksa ya kendimizi çaresiz hissediyoruz ya da iklime gelinceye kadar bambaşka sorunlarla, gündelik ihtiyaçlarımı karşılamakla, ülkemizi siyasi ve iktisadi açıdan daha iyi ve daha yaşanır hale getirmekle uğraşıyoruz. Ayrıca çoğumuz da kaderciyiz. İnanç sistemlerimiz bizi bir şekilde kıyamet günlerine hazırlıyor.
Üstelik karşımızda çözmediğimiz krizin sorumluluğunu ve maliyetini kimin üstleneceği gibi ikilemler de var. Endüstrileşmiş, dolayısıyla da atmosferi ve doğayı doya doya kirletmiş ülkelerin değişimin mali sorumluluğu üstlenmesi olmazsa olmazlar arasında. Zaten nasılsa bu değişimden onlar yararlanacak, onların elektrikli arabaları, rüzgar ve güneş santralleri değişimin motoru olacak.
Yani aslında bir nevi tazminat olarak verdikleri paranın çok daha fazlasını geri alacaklar. Üstelik de verdikleri parayı şarta bağlamaları iklim krizi kadar alan ülkelerin daha demokratik ve halkına daha hesap verebilir olmasını sağlayacak. Hem iklim değişikliğine karşı mücadelenin boyutları büyüyecek hem de yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele edilebilecek.
Fakat belli ki bu para kolay kolay ve yeterli miktarlarda gelmeyecek. Gelmezse de değişim başlamayacak, istese dahi pek çok gelişmekte olan ülke değişimin maliyetini karşılayamayacak ve planlamasını yapamayacak. Büyük ve zengin devletler kirlilik nedeniyle birbirini suçlarken, küçük ve yoksul olanlar zenginleri suçlayacak.
Atmosfer de kirlenmeyi, karbon dioksit, metan ve daha bilumum gazlar nedeniyle işlevini yapamaz hale gelmeyi sürdürecek. Büyük petrol şirketleri bu yıl olduğu gibi bundan sonra da Ukrayna benzeri jeopolitik krizlerin dayattığı arz daralmasının yarattığı fırsatlardan faydalanarak karlarını kat ve kat arttıracaklar, iyi ki salgına ya da iklime bakıp yatırımlarımızı kısmamışız diye sevinecekler.
Enerji krizi çevre, iklim konularında duyarlı Almanya’yı dahi atmosferi daha fazla kirletmeye, kömür santrallerine ömür vermek için daha fazla çaba harcamaya sevk edecek. Daha da önemlisi iklim felaketinin yüzde 80’inden sorumlu olan, aralarında mütevazı bir katkıyla bizim de bulunduğumuz G-20 ülkeleri birbirleriyle konuşamadıkları için tedbir almakta gecikecekler.
Ve görünen o ki dünya tedbir yerine iklim anarşistlerinin insanlığa miras sanat eserlerine karşı gerçekleştirdikleri boyalı eylemleri tartışacak. Uzman açıklamaları az sayıda insanın ilgisini çekecek. Kanada ve Almanya “para verelim ama” diyecek, ilerleme raporları yayınlayacak. BM organları etkisi sınırlı açıklamalar yapacak. En iyi ihtimalle COP 27’den de uygulanmayacak, hayata geçirilmeyecek bir eylem planı daha çıkacak.
Umarım hiç olmazsa Türkiye iklim krizinin artık geri dönülmez bir noktaya geldiğini görüp sonuçlarıyla baş etmek için şimdiden tedbirler almaya başlar. Orman yangınlarının artacağını, sellerin uygunsuz kentleşmeyle kesişmesinin bugüne kadar yaşadıklarımızdan çok daha büyük felaketlere yol açacağını, tarım yapma yöntemlerinin değişmek zorunda kalacağını, iklim kaynaklı göçün bizi etkileyeceğini dikkate alır.
Gelecek yüzyılı tanımlayan, vizyonlarını açıklayan iktidar ve muhalefet partileri belki bundan sonra iklim değişikliğini de hesaba katarlar. İklim dendiğinde sadece emisyonu azaltmak için yapacaklarını değil krizin katastrofa dönmesi durumuna alacakları tedbirleri de bizlerle paylaşırlar. İklimi de tıpkı jeopolitik tehditler, bölgesel istikrarsızlıklar gibi siyasi gündemlerine alırlar.
Kimbilir belki Türkiye iklim değişikliği için ileride bir uluslararası inisiyatif geliştirir, en azından bu tür konulara sahip çıkacak örgütlerin, düşünce kuruluşlarının, araştırma merkezlerinin kurulmasını teşvik eder. Ukrayna ve daha başka pek çok krizde benimsediği uzlaştırıcılık rolünü bir basamak daha üste çıkartıp iklim değişimine karşı küresel mücadeleye taşır. Kim bilir…