Türkiye’deki ikinci büyük göçmen/mülteci grubunu Afganistan kökenliler oluşturuyor. On yıllardır süren savaşlardan, yoksulluktan ve hayatlarına yönelik türlü tehditlerden bunalan Peştunlar, Hazaralar, Tacikler, Türkmenler ve diğerleri yerleşmek ya da imkanları daha fazla olan ülkelere gitmek için Türkiye’ye sığınıyor. Kesin sayıları konusunda bir şey söylemek mümkün değilse de UNHCR Nisan ayı itibarıyla Türkiye’de 116 bin 403 Afgan ilticacı, 980 de mülteci olduğunu belirtmiş.
Sayıları görece az olsa da her “mülteci” grubu gibi Afganların da Türkiye üstünde yük oluşturdukları kesin. Zaten kıt olan kaynaklar onlarla da paylaşılıyor. Tedbir alınmazsa entegrasyon sorunlarının yaşanması da mümkün. Diğer yandan ülkelerindeki savaşlardan, maruz kaldıkları şiddetten kaçan Afgan, Suriyeli kim olursa olsun tüm sığınmacılara karşı insani ve bir ölçüde de hukuki sorumluluğumuz olduğunu unutmamamız gerekiyor.
İdeali herkesin kendi ülkesinde yaşaması, “göçün” de düzenli olması. Ama ne yazık ki ideal bir dünyada yaşamıyoruz, insanlar hissettikleri tehditler yüzünden hiç beklemedikleri ve belki de hiç istemedikleri bir anda göç etmek zorunda kalıyor. Bu yüzden göç, iltica gibi sorunları konuşurken empati yapma yeteneğimizi harekete geçirmemiz, benzeri bana ya da aileme olsaydı ne yapardım diye düşünmemiz şart. Ülkelerine dönsünler demek çözüm değil.
***
Çözüm her şeyden önce savaşların, gereksiz müdahalelerin önlenmesinde. Bir rejimi çökertmenin, bir ülkeyi bombalarla yola getirmeye çalışmanın ilk sonucu insanların yer değiştirmesi, önce komşu sonra da çevre ülkelere göç etmesi oluyor. Irak, Suriye, Libya krizlerinde gördüğümüz gibi çaresiz insanlar yüzlerce, hatta binlerce kilometre yol kat edip, dağlar-denizler aşıp kendilerine sığınacakları, geleceklerini kurabilecekleri yer bulmaya çalışıyor.
Savaşlar, müdahaleler önlenemediğindeyse çözüm uluslararası örgütlerin kurulup rejimlerin yaratılmasında aranıyor. IOM, UNSCR, UNRWA gibi örgütler kuruluyor. 1951’deki gibi BM Mülteciler Sözleşmesi imzalanıyor. Ama genellikle bu örgütlere muhatap oldukları sorunlarla baş edebilecekleri kadar mali kaynak sağlanmıyor. Daha da acısı çoğu sığınmacı hayatları boyunca sığınmacı olarak kalıyor.
Üstelik “mültecilerin” yükü genellikle sığındıkları ilk ülkenin üstünde kalıyor. Sorumluluk hiç bir açıdan adil paylaşılmıyor. Mesela Libya’ya müdahalede öncü rolü oynayan Fransa bu ülkeden gelecek sığınmacılara daha çok kota tanımıyor. AB Akdeniz’de sığınmacı kovalayacağına sığınmacı kurtarmak istemiyor. ABD, Afganistan’ı ben bu hale getirdim, Irak’ı ben yakıp-yıktım insanlarına karşı daha duyarlı olmalıyım demiyor.
Tüm bunları ve buraya sığmayan diğer sorunları çözmezsek göç, iltica, mülteci adına her ne derseniz deyin karşı karşıya olduğumuz bu insanlık dramını çözemeyiz. Ancak çözüm için çaba harcarken ülkemize gelebilecek yeni göçmenler için de hazırlık yapmamız şart. Çünkü Afganistan kaynıyor. Amerika çekilirken Taliban ilerliyor. Eğer var olan rejimle Taliban arasında geçişin ne şekilde olacağına ilişkin bir mutabakat sağlanmazsa, milyonlarca Afgan’ı ülkelerinde tutmak mümkün olmayacak.
***
Daha şimdiden iltica rakamlarında artış olduğu, Tacikistan, Pakistan ve İran sınırlarına kaçışın binlerle ifade edildiği söyleniyor. Kabil çökerse bu sayı yüzbinlere, belki milyonlara ulaşır. Türkiye de aldığı tüm caydırıcı ve önleyici tedbirlere rağmen Afgan sığınmacılarından bir kısmını toprakları üstünde ağırlamak zorunda kalır. Bir kısmı da AB-Türkiye ilişkileri açısından yeni, daha doğrusu yenilenmiş bir sorun haline gelir.
İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalardan duvarların örüldüğü, kameraların kurulduğu, insan kaçakçılığına karşı tedbirlerin alındığı anlaşılıyor. Eminim AFAD da en kötü senaryoya istinaden hazırlık yapıyordur. Fakat aynı zamanda önleyici tedbirlerin de alınması gerek. En önemli önleyici tedbir de Afganistan’daki geçişin mümkün olduğunca yumuşak ve kansız olmasının sağlanması.
Bana öyle geliyor ki Türkiye bu sorunu bir an önce komşusu AB, özellikle de Almanya ile görüşmeli, Afganistan’daki siyasi geçişin ve barış sürecinin mimarisini oluşturmak için çaba harcamalı. Hamid Karzai Havaalanı’nın kontrolünü konuşan Türkiye ülkenin ve insanlarının geleceğini çok daha rahat konuşur. Hem bölgedeki siyasi otorite boşluğunu doldurur, hem de kendisini, çevresini, hepsinden önemlisi de Afganistan halklarını oluşacak ciddi bir sorundan korur…