Joseph Robinette Biden Jr’ı tanıyorsunuz. Kendisi Amerika Birleşik Devletleri’nin 46’ıncı Başkanı. Daha önce de başkan yardımcılığı, senatörlük gibi sorumluluklar üstlenmiş tecrübeli bir siyaset insanı. Donald Trump döneminde sarsılan Amerika imajını dünyada düzelmek, dış ve güvenlik politikasına yeni bir yön vermek istiyor. İnsan hakları ve demokrasiye diğer pek çok ABD başkanından fazla önem atfediyor. Çin’i Amerika’nın en ciddiye alması gereken hasmı olarak görüyor.
Klemens von Metternich ise tarihe meraklı olmayan, bizim alandan gelmeyenlerin pek tanımadıkları, 1773-1859 yılları arasında yaşamış “Avrupalı” bir aristokrat. Diplomatlık, ülkesi Avusturya’da bakanlık ve başbakanlık yapmış. Otoriter eğilimleriyle biliniyor. İnsan hakları ve demokrasiyle tabii ki hiçbir ilişkisi bulunmuyor. Bugünkü yazıya başlığından girmesinin nedeni Napolyon Savaşları vesilesiyle kurulan Avrupa Ahengi’nin mimarı olması. Bir de onun Avrupa için kuruluşuna öncülük ettiği düzenin şimdi bütün dünya için kurulmasının önerilmesi.
Önerenler de sıradan insanlar değil. Amerika’nın önde gelen iki kanaat önderi, Richard Haass ve Charles Kupchan. Metternich’in adını anmadan Biden’dan onun gibi olmasını, Çin’in yükselişi nedeniyle sistemsel bir krize gebe olan dünyayı istikrara kavuşturmasını istiyorlar. Akıllarındaki sisteme Amerika’nın yanı sıra üye olması gerektiğini düşündükleri AB ile birlikte Çin, Rusya, Japonya, Hindistan, yani dört ülke daha var. Birleşik Krallık bu kez dışlanmış. G-20’de olduğu gibi Türkiye ya da Suudi Arabistan’ın üyeliği öngörülmemiş.
23 Mart 2021 tarihiyle Foreign Affairs’de yayınlanan makalelerinde Türkiye’den büyük devletleri birbirine karşı kullanacak ülkelerden örnek verirken ve bölgesel sorunların danışılması gerekliliğinden söz ederken bahsediyorlar. Çıkış noktalarında önce Britanya, sonra da ABD’nin hegemonyası altında işleyen “Pax” ekiyle anılan Batı merkezli sistemin çöktüğü, yerini Asya merkezli bir düzene bıraktığı var. Çin’in yükselişinden ve Rusya’nın etkisinden ama aynı zamanda popülizmden ve demokrasilerin giderek liberal değerlerden uzaklaşmasından rahatsızlar.
Belli ki Graham Allison’un Thucydises Tuzağı olarak adlandırdığı sistemik gerilimin yaratacağı sorunlardan da endişe ediyorlar. Başka yerlerde zaten yazdıkları gibi Biden’in Demokrasiler Zirvesi fikrinden de hoşlanmadıkları anlaşılıyor. Onların öngördüğü sistemde güç ve güç dengesi var. İstedikleri küresel istikrarın korunması için 1648 Westphalia Barışı ile özdeşleşen devletler arası sistemin temel üç normuna, egemenlik, toprak bütünlüğü ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerine sadakat üstüne kurulacak bir tür danışma, görüşme ve müzakere mekanizması.
Ancak amaçları BM Güvenlik Konseyi’nin, G-7’nin, G-20’nin ya da başka herhangi bir uluslararası oluşumun, örgütün yetkilerini elinden alacak bir yapı kurulması değil. Kurulmasını önerdikleri bunlarla uyum halinde çalışacak, basit kuralları çerçevesinde işleyecek fakat statükoyu koruyacak, büyük devletler arasında ahengi, uyumu sağlayacak bir mekanizma, daha ziyade bir örgüt. Merkez Cenevre veya Singapur’da olsun diyorlar, daimi bir sekretarya gerektiğini söylüyorlar.
Onlara göre burası teknik sorunların konuşulduğu bir yer olmamalı. Yine de OAS, ECOWAS gibi bölgesel örgütlerin ve tabii ki Türkiye gibi ülkelerin konu bazlı katılımına açık olmalı. İddialarına göre dünyayı büyük bir felakete sürüklemeden yönetmenin başka yolu yok. Diğer denenmiş ve denenmemiş yöntemlerin hiç biri altı büyük devletin temel değerlerde uzlaşarak dünyayı yönetmelerinden daha iyi değil. Onlara göre 20’inci yüzyılda kurulan düzen 21’inci yüzyılın ihtiyaçlarına cevap vermiyor.
Bu yüzden mükemmel olmasa da 19’uncu yüzyıla dönme, yeniden değerlerden ziyade güç dengelerini önemseme zamanı. Onlar öyle demese de böylesi bir birliktelikten dünyayı etki alanlarına bölelim çıkmaması imkansız. Bunun da şimdiden öngöremedikleri komplikasyonlar yaratmaması çok zor. Biden Yönetimi onların önerilerini ciddiye alır mı bilinmez fakat böylesi bir teşebbüsün hem hegemonyasının erozyonundan huzursuz Amerika’ya, hem de üstüne gelen baskılardan rahatsız Çin’e iyi geleceği kesin.
Bir kez önerilerse Rusya dahil diğer ülkelerin ve etkisiz bir aktör de olsa AB’nin bu yapılanmaya katılmaması düşünülemez. İşler veya işlemez bilemeyiz ancak böylesi bir “düzen” kurulursa büyük devletler arasındaki rekabet farklı boyutlara taşınır. Demokrasi, insan hakları şimdikinden de geri plana itilir. Etki alanları üstünde zımnen ya da resmen bir kez anlaşıldığında bizim gibi ülkelerin jeopolitik tercihlerde değişim imasıyla bir büyük devleti diğerine karşı kullanabilme olasılığı iyice azalır.
Bence “olmaz, saçma, zaten Metternich Sistemi bile doğru dürüst çalışmamıştı” demeden gelişmeleri takip etmekte yarar var. Dünyada hayata geçmiş o kadar çok saçma proje, başı-sonu düşünülmeden yapılmış o kadar çok iş, müdahale, savaş ve kurulmuş örgüt var ki bu da onlardan biri olabilir. Ama sonuçta siyasi etki doğurur, bizi alıştığımız ve anladığımız yapının dışına taşır. Birbirlerinin iç işleri karışmayanlar başkalarının iç işlerine karışır. Unutmayalım, 19’uncu yüzyılın ahengi Türkiye için pek de ahenkli olmamıştı…