Sadece çocukluğumda değil gençliğimde de yoktu. Çünkü Google 1990’lı yıllların sonuna doğru Larry Page ve Sergey Brin adlı iki doktora öğrencisi tarafından kurulduğunda ben 40’lı yaşlarıma çoktan gelmiştim. Bilgisayarla tanışmış, ilk kişisel bilgisayarımı nerdeyse 20 yıl öncesinde edinmiştim. Ama bir arama motorunun faziletlerinden henüz yararlanamamıştım.
Bilgi aktarım teknolojileriyle de sanırım ilk kez dedemin “ajans haberlerini” dinlediği lambalı radyosu vasıtasıyla oldu. Evin çoçuklarının dokunması yasak olan bu radyo öğle saatlerinde törenle açılır, dedem saat tam 13.00’de radyosunun karşına büyük bir ciddiyetle otururdu. O haber dinlerken evde çıt çıkmaz, hayatın gündelik akışı dururdu.
Hatırladığım dedemin sade kahvesini radyosunun kocaman ekranının arka planında yanmakla sönmek arasında gidip gelen ışıklarına bakarak yudumladığı, loş, perdeleri hep kapalı misafir odasındaki mutlak sükunetin hayal dünyamın sınırlarını zorladığı. Beni en çok zorlayansa bu garip kutudan nasıl olup da insan sesinin çıktığı, haberlerin aktarıldığı hatta içinde şarkıların söylediğiydi.
***
Evin boş anlarında törensel faaliyetler için saklanan misafir odasına girer, radyonun arkasındaki kontraplak kapağı aralar, içindeki küçük insanları görmeye çalışırdım. Tek görebildiğimse büyük lambalar ve ne işe yaradığını hala bilmediğim devreler olurdu. Neyse ki daha fazla zorlanmadan eve yeni ve transistörlü olduğu övünülerek anlatılan küçük bir radyo girdi.
Büyü tabii ki bozuldu. Ajans dinlemenin mistisizmi yerini sıradan bir bilgi edinme işlevine bıraktı. Derken evlerimize siyah-beyaz, yani aslında gri televizyonlar girdi. Komşular onu seyretmek için gelmeye başladılar. Loş odalar aydınlandı, sessizlik yerini konuşmaya, tartışmaya, olan biteni birbirine aktarmaya bıraktı. Zaten dedem de o odadan çıktı.
Üniversiteye gittiğimde de bilgisayarla, daha doğrusu bilgisayar binası ve arkadaşlarımın kullandığı ama atmaya kıyamadığı delikli kartlarla tanıştım. Bilgisayar dersi almaya cesaret edemedim ancak o delikli kartları üstüne not almak için uzun yıllar kullandım. İlk bilgisayarımıysa Oslo Üniversitesi’nde yüksek lisan yaparken aldım. Hiç unutmam Amstrad marka tek diskli, yanılmıyorsam hiç hafızası olmayan bir aletti.
Bugünkülerle karşılaştırıldığında adına olsa olsa kelime işlemci denebilirdi. Aynı kart yuvasına önce program diskini sokardık, sonra da hafıza diskini. Yine de Amstrad benim kuşağımın gördüğü en büyük bilgi sıçramasıydı. Daktilodan kelime işlemciye geçmiştik. Yazarken hata yaptığımızda bütün sayfayı yeniden yazmak zorunda değildik. Geriye dönüş her anlamda kolaydı.
Ancak bu aletler dünyaya, internete değil sadece bize bağlıydı. Bilgi bizim işlediğimiz, yazdığımız, hesapladığımızla sınırlıydı. İnternet kullanımına yavaş yavaş doktora yaparken Boğaziçi Üniversitesi’nde başladım. Ama her türlü bilgiye kütüphaneden ulaştım. Tezim 1936-1946 yılları arasındaki Türkiye’nin dış politikası üstüneydi, kaynaklarımın en teknolojik olanı filme çekilmiş gazetelerdi. JStor, Ebsco cinsi akademik arama motorları yoktu. Bir ara Kew’dekii İngiliz devlet arşivlerinde de çalıştım. Orada da her şey kağıda kayıtlıydı.
Şimdi dünya değişti, bilgiye ulaşmak kolaylaştı. Artık kimse ajans haberlerini beklemiyor. Haber sürekli akıyor, isteyen istediği anda elindeki telefondan istediği bilgiye ulaşabiliyor. Araştırma yapmak için kütüphaneye gitmenize gerek yok. Kütüphane artık cebinizdeki telefonda. Bir okula ya da kuruma kayıtlı olmanız istediğiniz anda milyonlarca elektronik kitaba, makaleye, belgeye ulaşmanıza yeterli.
İsterseniz dahası da var. Her işletim sisteminin kendine özgü kitap satış mağazası, Amazon’un Kindle’ı, başkalarının Kobo’su ve daha pek çok kitap satış, kitap kiralama sitesi mevcut. Giderek daha az kağıt kitap okuyoruz, giderek daha az bilimsel yayına kağıt baskıları üstünen ulaşıyoruz. Benim gibi radyonun içindeki küçük insanların sırrını hala merak eden biri bile bugün cebinde binlerce kitabını, yüzlerce dergisini, makalesini, hepsinden önemlisi arşivini taşıyor.
***
Foreign Policy, Foreign Affairs gibi popüler mesleki dergileri cep telefonundan ya da tabletten okuyoruz. Öğrencilerimize Khan Academy, EdX, School of Life öneriyoruz. Derslerimizde YouTube kullanıyoruz. Gazetelerimizi PressReader, Dergilik gibi uygulamalar üstünden basıldığı şekilleriyle okuyoruz. Çoğumuz bilgilerini depoladığı Pocket, Dropbox gibi uygulamaları var telefonlarında ve bilgisayarlarında. Kendi haberlerimizi de kendimiz yapıyoruz. Facebook, Instagram, Twitter kullanıyoruz. Ajans haberlerine, tek bir bilgi kaynağına mahkum değiliz.
Bunların hepsi olumlu gelişmeler, bir anlamda ilerleme. Ama bedeli de var bu ilerlemenin. Siyasetten medyaya alıştığımız, bildiğimiz tüm sistemler sarsılıyor. Her yeni teknoloji sorunlarını da beraberinde getiriyor. Siyaset yapış biçimleri değişiyor, trol diye bir yorumcu türü ortaya çıkıyor, eğitim giderek daha farklı bir hal alıyor. Gelecek muhtemelen daha da farklı olacak.
Yapay zeka doğalın önüne geçecek, distopik öngörüler hayatın gerçeği olarak karşımıza çıkacak. Daha kontrollü, pek çok açıdan daha otoriter bir sistem içinde yaşayacağız. Ticaretin yapılma biçimi değişecek, her şeyi cebimizdeki telefonlardan alacağız, bankaya belki de hiç gitmeyeceğiz. Farklı iş kolları çıkacak ya da çalışacak iş olmayacak. Bizden sonraki kuşaklar bu günleri benim dedemin radyosunu özlediğim gibi özleyecekler. İyi bir pazar günü geçirmeniz temennisiyle...