1988’den bu yana gündemde olan, 1994’de varılan ateşkese, yıllardır süren arabuluculuk çabalarına ve sayısız müzakereye rağmen çözülemeyen Dağlık Karabağ sorunu tekrar alevlendi. 1 Nisan’da Ermenistan tarafından açılan ateş sorunun tırmanmasına, onlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açtı.
Bu seferki çatışmalar daha önceki ateşkes ihlallerinden farklı. Ciddi tırmanma potansiyeli taşıyor. Zaten bu yüzden de Rusya Başbakanı’nı Erivan’a, Dışişleri Bakanı’nı da Bakü’ye gönderiyor. Sorun çözülsün, çözülemiyorsa da yönetilsin diye AGİT bünyesinde kurulmuş olan Minsk Grubu da Viyana’da toplanıyor.
***
Çatışmaların neden tırmandığı konusundaki iddialar muhtelif. Ama belli ki ilk ateşi Ermeni tarafı açmış. Ermenistan ve Rusya yaptıkları açıklamalarda Türkiye’yi suçladılar. Arkalarında Türkiye olmasaydı, Azerbaycan böyle bir tırmanmaya cesaret edemezdi demeye getirdiler. Ne kadar haklılar bilmiyoruz.
Bildiğimiz Ermeni güçlerinin Azeri topraklarını işgal altında tuttuğu. Bu işgal durumunun BM Güvenlik Konseyi başta olmak üzere pek çok uluslararası örgüt tarafından tescil edildiği ve sorunun da kimse elini taşın altına koymak istemediği için 28 yıldır çözüme kavuşturulamadığı. Oysa çözümün parametreleri belli.
Adını AGİT’in 2007 yılında gerçekleştirdiği Madrid zirvesinden alan bir dizi prensip üstünden hareketle ya da başka bir yöntemle iki tarafın da optimum çıkarlarını koruyacak bir çözüm üstünde uzlaşmaları mümkün. Ancak ne yazık ki taraflar, özellikle de Ermeni tarafı müzakereye açık değil.
Arabulucular ise kayıtsız. Krizin tırmandığı anlarda müdahalede bulunup sorunu yönetilebilir hale getirip bırakıyorlar. Sorunun çözümünde rol oynayabilecek Fransa ve Amerika Azerbaycan’dan elde ettikleri maddi menfaatler ile Ermenistan’a duydukları sempati arasında sıkışmış vaziyette.
Rusya’nın ise sorunu çözmek isteyip istemediği şüpheli. Çözüm olursa taraflardan en az birini, hatta belki de ikisini Batı’ya kaptırması, daha da kötüsü NATO’nun bölgeye girmesi söz konusu olabilir. Ayrıca Rusya’nın Ermenistan’la olan özel ilişkilerini de unutmayalım. İran da jeopolitiğini yorumlama biçiminden dolayı Ermenistan’a daha yakın duruyor.
Sorunun çözümüne katkıda bulunabilecek, çözümünden yarar sağlayabilecek tek ülke Türkiye ise ne yazık ki futbol diplomasisiyle başlayan süreci nihayetine erdiremediği ve Ermenistan’la barışamadığı için arabuluculuk yapma imkanına sahip değil. Ama yine de yapabileceği şeyler var.
Yapılabileceklerin en başında da bugünkü politikasını sürdürmek, tıpkı Dışişleri Bakanlığı’nın 2 Nisan tarihli açıklamasında olduğu gibi itidalli bir tutum takınmak, Rusya’nın liderlik etmesi muhtemel olan “çözüm sürecini” desteklemek, elimizdeki imkan ve yeteneklerin ötesinde açıklamalardan kaçınmak geliyor.
Azerbaycan’a destek olmak istiyorsak soruna tarafmışız görüntüsü vermememiz gerekiyor. Ermenistan iktidar bloğunun yapacağı en sıradan açıklamayı bile dünyaya kendisinin ne kadar haklı olduğunu göstermek için kullanabilir (ki kullanmaktadır da). Sorunun tırmanmasını çözümsüzlüğüne değil Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği desteğe bağlayabilir. Dünya da böylesi bir argümanı kolaylıkla “satın alabilir”.
***
Unutmayalım ki bu sorunun askeri çözümü yok. Tırmanma, tırmandırma siyasi çözümü hatırlatmak açısından anlamlı. Ama kontrolden çıkması, üçüncü tarafların sözlü müdahaleleriyle dahi olsa dengeyi bozması halinde tırmanma amacına hizmet etmez. Azerbaycan ne kadar güçlü olursa olsun Ermenistan’ı mağlup edemez.
Çünkü Rusya müsaade etmez. 2008 Gürcistan krizinde olduğu gibi müdahale eder. Batı da sadece seyreder. Olsa olsa itidal tavsiyesinde bulunur, birkaç savaş gemisini Karadeniz’e gönderir. Hatta Suriye’deki işbirliği yüzünden ona bile kalkışmaz. Bizimse gücümüz Rusya’ya yetmez. Yetse de Rusya ile savaşa girmek istemeyiz.
Bu yüzden çatışan tarafların değil çözümün yanında olalım. İstikrarı destekleyelim. Azerbaycan’ı da, bölgeyi de daha büyük krizlere sürükleyecek tırmanmadan koruyacak inisiyatifler geliştirmeye çalışalım. 2008’de yapmış, Gürcistan krizinin bölgeye sıçramasına engel olmuştuk. Yine yapabiliriz…