14-15 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen 6. Astana toplantısında daha önce öngörüldüğü gibi İdlib de çatışmasız bölge ilan edildi. Türkiye, İran ve Rusya Federasyonu’ndan güçler bu bölgedeki çatışmasızlık mutabakatının uygulamasını kontrol edecek. Türkiye’den Sayıları 500’e kadar varabilecek bir askeri güç tıpkı BM şemsiyesi altında işlev gören mavi bereliler gibi ihlalleri gözlemleyecek, rapor edecek ve belli ki kendi destekledikleri grupların süreci tıkamasının önüne geçmeye çalışacak.
Amaç, görülebildiği kadarıyla taksit-taksit barış. Taraflar barışın genel parametreleri üstünde anlaşamadıkları için bölge bölge ateşkes sağlanıyor, ateşkeslerin tahkimi sorumluluğunu da üç ülke üstleniyor. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz aralık ayında Erdoğan ve Putin, Astana’yı Suriye görüşmeleri için yeni bir zemin olarak önermiş, ardından da İran, Türkiye ve Rusya dışişleri bakanları görüşmelerin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı temelinde gerçekleşeceğini açıklamıştı.
28 Aralık’ta da Türkiye ve Rusya ülke çapında bir ateşkes için anlaştıklarını duyurmuşlardı. Türkiye ve Rusya’nın bu çabaları da BM Güvenlik Konseyi’nin 2336 sayılı kararıyla desteklenmişti. 4 Mayıs’taki dördüncü tur görüşmelerde ise Suriye’nin çeşitli noktalarında ateşkes (de-escalation zones) mutabakatları sağlanmıştı. Şimdi bu mutabakatlar daha sağlam temeller üstüne oturtuluyor, Türkiye’nin de sorumluluğu artıyor.
***
Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada çatışmasız bölgelerin “bu son gelişmeyle birlikte BM arabuluculuğunda Cenevre’de yürütülmekte olan siyasi sürecin ilerlemesi için sahada gerekli koşulların sağlanmasına önemli katkıda bulunmaktadır” denmekte. Gerçekten de Astana süreci, özellikle de Türkiye’nin Suriye sorunun siyasi yollardan çözümü konusundaki kararlılığı, sorunun kapsamlı çözümüne zemin hazırlıyor.
Ancak çözüm hala zor. Muhalifler ile rejim arasındaki beklenti farkı kapatılabilmiş değil. Muhalifler, en azından bir kısmı, Esad’ın gitmesi ısrarından alandaki kayıplarına rağmen vazgeçmedi. Diğer yandan bir başka savaş da IŞİD’e karşı veriliyor. Bu savaşta ABD ile kurduğu ortaklık yüzünden PYD’nin eli giderek daha fazla güçleniyor. Bunun Cenevre sürecine yansımayacağını düşünmek çok gerçekçi olmaz.
Hepsinden önemlisi de PYD üstünden Suriye’de alan hakimiyeti sağlayan ABD’nin bu sorunu bitirmek isteyip istemeyeceği tartışmalı. Unutmayalım ki, Cenevre mutabakatları temelinde bir çözüm nihayetinde Suriye devletinin egemenlik haklarını yeniden tesisi anlamına gelecek. Ve herhalde Rusya ve İran ile var olan güvenlik ilişkisini sürdürecek hiçbir Suriye hükümeti de toprakları üstündeki ABD askeri varlığına rıza göstermeyecek.
Çözümün olmazsa olmazı, sine qua-non’u, ABD’nin Suriye’deki “kazanımlarının” erozyonu olacağı için Washington’un Cenevre sürecine samimi destek vermesi imkansıza yakın. ABD büyük bir olasılıkla çözüm istiyormuş gibi yapacak ama aynı zamanda da çözümü tıkacak inisiyatifler geliştirecektir. PYD’yi diplomasi masasında araçsallaştırması dahi mümkün. Bu yüzden Türkiye’de sadece siyaset ve diplomasinin değil, hepimizin dikkatli olmasında yarar var.
***
Çünkü gelişmelerin önyargılarla değerlendirilmesi sorunun özünü anlamamıza yardımcı olmayabiliyor. Bazı bilgi ve bulguları arda arda yazmak da sorunlara çözüm ürettiğimiz anlamına gelmiyor. Türkiye her sorunu karşısında rasyonel olmak, çıkarlarını korumak ve beklentilerini karşılamak için en doğru kararları vermek zorunda. Bu bazen siyasette keskin dönüşler içerse bile öyle. Türkiye de tıpkı diğer ülkeler gibi değişen koşullara uyum sağlamak mecburiyetinde.
Suriye sorununun yönetiminde Türkiye’nin bu akılcılığı yakaladığını görüyoruz. Rusya ile olan ilişkilerin tamiri yolunda atılan adımlar ve Astana sürecine verilen samimi destek Ankara’yı sorunun çözümünde beklentileri dikkate alınması gereken bir aktör haline getirdi. Böylece kendi çıkarları kadar temsil ettiği, bir ölçüde garantörlüğünü üstlendiği muhalif cephenin de çıkarlarını koruyabilecek bir pozisyon elde etti. Var olan koşullarda en optimum olan politikayı benimsedi.
Bundan sonra belki de yapılması gereken Cenevre sürecinden çok Astana sürecine ağırlık vermektir. Cenevre opsiyonu tabii ki değerlendirilmelidir. Ama maksat Suriye sorununu çözmek, akan kanı durdurmak, kalıcı barışı sağlamak, PYD sorununu diğer sorunların içinde eritmekse, bunu ille de bambaşka çıkarların çatıştığı bir zeminde gerçekleştirmek için ısrarcı olmak gerekmeyebilir. Sorun çözüldükten, taraflar anlaştıktan sonra BM Güvenlik Konseyi’nin diğer üyeleri de, dünyanın geri kalanı da bulunan çözümü nasılsa kabul eder, etmek zorunda kalır…