Almanya bugün seçimini yapıyor. Parlamentosunun kompozisyonunu, iktidarının niteliğini, başbakanının kim olacağını belirleyecek. Seçimler sonrasındaki pazarlıklar neticesinde çok muhtemeldir ki yine bir koalisyon kurulacak. Yakın zamana kadar kamuoyu yoklamaları sosyal demokrat SPD’nin CDU/CSU’dan daha çok oy alacağını gösteriyordu. Son yapılanlarsa SPD’nin oylarında düşüşe işaret ediyor.
Ancak SPD ve başbakan adayı Olaf Scholz’un şansı hala yüksek. Genel beklenti SPD’nin Yeşiller ve Hür Demokratlarla birlikte bir koalisyon oluşturacağı yönünde. SPD öncülüğünde başka kombinasyonlardan, CDU/CSU ile yeni bir ortaklıktan söz edenler de var. Uzun bir aradan sonra SPD’nin siyasi barometrelerde ön plana çıkmasının en başta gelen nedeni ise şüphesiz kendi başarısı ve Scholz’un Pandemi sırasında Maliye Bakanı olarak gösterdiği performans.
***
Ama Angela Merkel’den CDU liderliğini devralan Armin Lancet’in gaflarının, daha da önemlisi Merkel’in bıraktığı boşluğu dolduramamasının katkısı olduğu da gerçek. Nihayetinde Almanya’yı biri 1871’de, diğeri 1990’da birleştiren iki başbakanla, Otto von Bismarck ve Helmut Kohl ile karşılaştırılan bir liderden, hiçbir siyasi ya da hukuki gerekçesi yokken şahsi nedenlerle oturduğu koltuğu bırakan bir şahsiyetten söz ediyoruz.
Economist gibi dergiler yapamadıklarıyla ansa da Almanya onu büyük ölçüde yaptıklarıyla hatırlayacak. Tevazusu, hiç değiştirmediği hayat tarzı ve zorluklar karşısında gösterdiği sağduyusu eminim bundan sonra da çok konuşulacak. Mülteci krizi karşısında takındığı tutum ve daha pek çok politikası ileride araştırmalara konu olmaya devam edecek. Almanya’yı maceralara sürüklememesi, özellikle de Trump Amerika’sıyla olan ilişkilerini duyguları yerine hassas dünya dengelerini gözeterek yönetmesi unutulmayacak.
Merkel, Türkiye’de de sanırım en çok sergilediği liderlik anlayışıyla, emsal yaratmasıyla hatırlanacak. Toplumsal bellek onu AB-Türkiye ilişkilerini eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile birlikte siyaseten bloke ederken değil siyasetten kendi isteğiyle ayrılmasıyla anlamlandırmayı tercih edecek. Kıbrıs sorunu karşısında takındığı tutum, ikili ilişkilerde yaşanan inişler ve çıkışlar daha ziyade tarihçilerin, siyaset bilimcilerin ilgisine mahzar olacak.
Bunların hiçbiri de zaten Alman seçmenini etkilemeyecek, mesela Lancet’i Merkel’den daha iyi ya da kötü bir alternatif olarak görmelerine yol açmayacak. Yani Merkel’in Türkiye karşısında takındığı yapısal ve konjonktürel tutumlar seçmenin parti tercihlerinde rol oynamayacak. Olsa olsa göçmen, dolayısıyla da Almanya Türkleri konusu aşırı sağın oy oranları üstünde etkili olabilecek. O da belli ki çok marjinal.
Almanya’yı yakından takip edenler seçimler sonrasında iç ve dış politikasında radikal değişiklikler olabileceğini öngörmüyor. SPD ve Yeşillerin oluşturacağı bir koalisyonun Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerini gerçekleştirmek için daha atak davranacağı, varlık vergisi benzeri bir uygulamanın gelebileceği, zenginlerden daha fazla fedakarlık isteneceği söyleniyor. Ki bunların çoğu da seçim taahhütleri arasında yer alıyor.
Diğer yandan Hür Demokratların içinde yer alacağı bir koalisyonun bu hedeflerin gerçekleşmesini zorlaştıracağı da biliniyor. Yeni bir büyük koalisyon da olabilir deniyor. Fakat SPD’nin başında olacağı herhangi bir koalisyonun şimdikinden farklı bir dış politika benimsemeyeceği, Rusya ile ilişkilere ve onu dengelemeye, Çin’i tamamen küstürmemeye, AB’nin siyasi, bir ölçüde de askeri ağırlığını arttırmaya önem vereceği düşünülüyor.
Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier de Cuma günü BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bu görüşü büyük ölçüde teyit etti, Almanya’nın geçtiğimiz yüzyıl yaşananlardan gereken dersi çıkarttığını, uluslararası sorumluluklarının bilinciyle hareket edeceğini söyledi. Yapılan analizlerin çoğu da dış politikanın çok farklılaşmayacağını, Almanya’nın Fransa başta olmak üzere Avrupalı ortaklarıyla uyum içinde çalışacağını vurguluyor.
***
Bence SPD liderliğindeki bir iktidarın Türkiye ile olan ilişkilerde de radikal bir değişime gitmesi beklenmemeli. Olasıdır ki yeni iktidar bloğu da Türkiye ile göçmen konusunda anlaşmaya çalışacak, Libya’da ve belki Suriye’de, ama özellikle Afganistan’da Türkiye ile işbirliği yapmanın yollarını arayacak. En önemli değişiklik insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne atfedilen önemde olacak, bu konularda yeni Almanya daha teşvik edici bir rol oynayacak.
AB-Türkiye ilişkilerindeki tam üyelik konusu dışındaki sorunların aşılması derseniz Türkiye’ye bağlı olacak. Türkiye kendini değiştirebildiği, insan hakları sorunlarını çözebildiği, AİHM kararlarını uygulayabildiği, hukukun üstünlüğünü sağlayabildiği oranda AB’ye ve Almanya’ya yakınlaşacak. Kıbrıs yine ilişkilerde ayraç olarak kalmaya devam edecek. Seçimlerin hem Almanya’ya, hem de tüm dünyaya hayırlı olması temennisiyle…