Donald Trump’ın NATO’yu mali yükün “adil” paylaşımına indirgemesi, Rusya ile özel ilişkiler geliştireceğini hissettirmesi Almanya’da rahatsızlık doğurdu. Almanya Başbakanı Angela Merkel birkaç hafta önce Münih’te “Avrupa’nın kendi ayakları üstüne basması gerekir” mealinde bir açıklama yaptı, ama hepsinden önemlisi Almanya nükleer caydırıcılık için ABD şemsiyesi dışındaki seçenekleri tartışmaya başladı.
Şimdilik tartışma siyasi olmaktan çok “akademik” düzeyde. Almanya’nın tek başına nükleer silah edinmesi gerektiğini söyleyenler de var, sorunun AB bünyesi içinde çözülmesi gerektiğini söyleyenler de. Carnegie’den Ulrich Kühn ve Tristan Volpe’nin Foreign Affairs’in Temmuz-Ağustos sayısında yazdıkları gibi Alman halkının çoğunluğu bırakın nükleer silahlanmayı, Almanya’da nükleer santral olmasına bile karşı.
***
Bu yüzden işbaşında hangi parti ya da koalisyon olursa olsun nükleerleşme karşıtı konsensüsü aşması zor. Zaten Başbakan Merkel de 2011 Fukuşima kazasından sonra Almanya’daki nükleer santrallerin 2022’ye kadar kapatılacağını söylemişti. Fakat imkansız değil. Güvenlik söz konusu olursa, Almanya kendini dışlanmış veya yalnızlaşmış hissederse, bugünkü toplumsal uzlaşmanın sürdürülmesi mümkün olmayabilir. Almanya dünya siyaset sahnesine dikkate alınması kaçınılmaz bir jeopolitik güç olarak yeniden çıkar.
Almanya’nın nükleer silah edinmesi ya da edinmeye kalkması zaten zar zor ayakta tutulmaya çalışılan kökeni 1960’lara dayanan NPT (Nükleer Silahların Yayılmasını Önlenmesi Antlaşması) rejiminin çökmesine, nükleer silahların yayılmasının önündeki hukuki/siyasi engelin kalkmasına sebep olur. Kimse İran, Kuzey Kore ya da başka bir ülkeye neden nükleer silah edinmemesi gerektiğini anlatamaz. Ayrıca Almanya’nın nükleer silah edinmesi II. Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana bildiğimiz uluslararası dengelerin yıkılmasına da neden olur. Almanya istese de istemese de hırçınlaşmak zorunda kalır.
Çünkü her şeyden önce Almanya’nın tercihini dünyaya anlatması kolay olmayacak, en yakın müttefikleri bile Berlin’i potansiyel tehdit olarak görmeye başlayacaktır. Almanya’nın nükleer silah edinmesi sadece tehdit algıladığı, risk olarak gördüğü Rusya’yı değil Polonya, Fransa ve hatta İngiltere’yi de rahatsız edecektir. Paradoksal bir şekilde Almanya’nın kendisi için çizeceği yeni yolun her aşaması tepki doğuracak, doğacak tepkiler de Almanya’nın bir yandan tercihlerinin meşruiyeti hakkındaki kuşkularının ortadan kalkmasına, diğer yandan gerilimi arttıracak yeni adımlar atmasına yol açacaktır.
***
Almanya’nın yakın çevresindeki kuşkuları gidermesinin tek yolu ortak bir tehdide karşı hareket etmesi, bu tehdidin ABD tarafından caydırılmayacağını, yıldırılmayacağını AB ortaklarına anlatabilmesidir. Bu da Kühn ve Volpe’nin belirttikleri gibi Almanya’nın konvansiyonel ve diğer yöntemlerle gerçekleştirilen Rusya yayılmacılığına karşı durmasını gerekli kılacaktır. Yeni bir Kırım benzeri müdahale olduğunda artık Almanya’nın arabulucu değil caydırıcı olması beklenecektir. Bu da Almanya’nın siyaset yapma biçiminin tamamen değişmesi anlamına gelecektir.
Neyse ki henüz Almanya’nın nükleer silah edinmesinin gerekli olup olmadığını sadece Foreign Affairs, Foreign Policy gibi dergilerle Frankfurter Algemeine Zeitung gibi gazetelerin sütunlarında rastlıyoruz. Thorsten Benner, Maximilian Terhale gibi akademik kimliği ön planda olan insanlar Almanya’nın nükleer silaha ihtiyacı var diyor. Ancak Trump yönetimi bu politikalarını sürdürürse, sadece Almanya’nın değil belki Türkiye’nin de bu tartışmayı ciddi bir şekilde başlattığını, caydırıcılığını güçlendirmek için nükleer silah edinmesinin şart olduğunu söylediğini göreceğiz…