AGİT muhtemelen bildiğiniz gibi merkezi Viyana’da olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın kısaltması. Temelleri 1975’de Helsinki’de 35 ülke tarafından imzalanan kapsamlı bir deklarasyon, daha doğrusu “senet” ile atıldı. 20 yıl kadar konferans olarak işlev gördü, verilen sözlerin ne denli yerine getirildiğini takip etti. 1995’den bu yana da silahlanmanın kontrolünü, insan haklarını, basın özgürlüğünü, adil seçimleri ama en çok da kriz yönetimini önemseyen bir örgüt olarak çalışıyor.
AGİT’i başarılı bulanlar da var, başarısız olduğunu söyleyenler de. Ancak sorunların kontrolden çıkmasını önlediği, önlemek için çaba harcadığı kesin. Üstelik aralarında Amerika ve Kanada’nın olduğu 57 üyesiyle Avrupa güvenlik mimarisinin de ayrılmaz bir parçası. Dağlık Karabağ’da gördüğümüz gibi sorunları çözemiyor fakat büyütmeden yönetebiliyor. Çözümüne bazen katkıda da bulunuyor. Seçimlerin adil olması için geliştirdiği yöntemleri, basın özgürlüğünü korumak amacıyla çabaları var.
AGİT, daha AGİK yani konferans olduğu zamanlardan beri Ortadoğu, onların deyişiyle Akdeniz’le ilgili. Kendisine çok talep olmasa da işbirliği kanalları açık. Bazen seçimlere gözlemci gönderdiği bile oluyor. 2011 Vilnius Bakanlar Konseyi toplantısı sırasında, yani Arap Baharı baharken üç boyutumuzla size yardıma hazırız dedi ama bölgeden beklediği karşılığı pek bulamadı. Tunus dışında kimse Avrupa’nın özgün tarihi koşulları neticesinde ortaya çıkan bir örgütün “alet çantasından” yararlanmak istemedi.
***
Diğer yandan bölgede AGİT benzeri bir örgütün kurulması için bölge içinden ve dışından çağrılar yükseldi. Zamanın Ürdün Veliaht Prensi Hassan Bin Talal ve Dışişleri Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı sırasında Abdullah Gül konuyu birkaç kez gündeme getirdi. Amerikalılar, Kanadalılar, Danimarkalılar ve Almanlar düşünce kuruluşları, üniversiteleri aracılığıyla son 20 yıldır sayısız arama toplantıları düzenledi, planlar ve projeler geliştirdi. CHP de parti olarak detayları çok belirgin olmamakla birlikte bu konunun üstüne gitti.
İnisiyatifler başarısızlıkla sonuçlansa da konu hala işleniyor, geniş anlamıyla Ortadoğu bölgesinin böylesi bir yapılanmaya ihtiyacı olduğu söyleniyor. Örgütün kapsama alanını dar tutanlar, sadece Körfez bölgesiyle sınırlamak isteyenler de mevcut. Mesela European University Institute yayınları arasında bu yıl çıkan, editörlüğünü Luigi Narbone ve Abdolrasool Divsallar’ın üstlendiği Basra Körfezinde bir güvenlik sistemi kurulsun diyen (Stepping Away From The Abyss) kitap türünün son örneklerinden biri.
Editörlerin ve yazarların iddiası bu bölgede çok sorun olduğu, Amerika’nın bölgeden çekilmesi yüzünden sorunların (tam olarak AGİT demeseler de) yeni bir güvenlik mimarisi inşa edilmeden çözülemeyeceği ve yönetilemeyeceği yönünde. İran ile diğer bölge ülkeleri arasındaki sorunlardan, Körfez İşbirliği Konseyi’nin kendi içindeki gerilimlerden, daha pek çok şeyin yanı sıra Suudi Arabistan ile BAE arasındaki rekabetten söz ediyorlar. Onların beklentisi küçük adımlarla başlayacak bir yapılaşmaya birilerinin öncülük etmesi.
Ben böylesi bir sürecin ve sonra da örgütün sadece Körfez ile sınırlanamayacağını düşünenlerdenim. Ayrıca geçmiş teşebbüslerin başarısız olmasının bundan sonrakilerin de başarısız olacağı anlamına gelmediğine inanıyorum. Şartların değişmesi yeni bir güvenlik mimarisi kurulmasının imkanlarını da beraberinde getiriyor. Yeter ki doğru yerden ve doğru varsayımlarla başlansın, kurulacak yapı insan hakları ve insani boyuttan çok güvenliği, kriz yönetimini öncelesin.
***
Bu bölgenin gerçekten de birbiriyle konuşmayı özendirecek, sorunlarını şiddete daha az başvurarak çözmeyi deneyecek, sınırların değişmezliğini teyit edecek, şiddeti siyasetlerinin aracı hale getiren örgütlere karşı ilkesel tavır koyabilecek bir yapıya ihtiyacı var. Statükonun -müzakere edilecek koşullarla- kabullenmesi, değiştirmeye çalışanlara karşı ortak tavır geliştirmek için çaba harcanması, hepsinden önce de birisinin, bir devletin bu zor ve meşakkatli diplomatik uğraşı iş edinmesi gerekiyor.
Yakın zamana kadar 1970’li yılların başında Finlandiya’nın Avrupa’da üstlendiği sorumluluğu Türkiye’nin Ortadoğu’da üstlenebileceğine inanırdım. Fakat sanırım artık bu pek mümkün değil. Türkiye o kadar içine kapanmış, o kadar çok sorunlarına boğulmuş halde ki uzun erimli bir çaba içine girmesi, gerçekçi olursak muhataplarını iyi niyetine ve kendi samimiyetine ikna etmesi zor. Hem de Afganistan ve Bosna’da çatışma çözümünü önceleyen bir yaklaşım sergilenmesine rağmen.
Ama belki resmi Türkiye yerine sivil Türkiye, yani düşünce kuruluşları, üniversiteler ve hatta işbirliksel güvenliğin ve bu konularda inisiyatif almanın yaratacağı faydadan doğrudan çıkar sağlayacak TOBB, TİM, DEİK gibi örgütler öncülük edebilir, uzun yıllar sürecek bir arama konferansları sürecini başlamasını sağlayabilir. Çünkü belli ki birileri yakında böyle bir örgütlenmenin, yapılanmanın oluşması için çaba harcayacak, öncülük edecek, kural koyup ilke belirleyecek. Ben keşke biz olsak, ilkeyi, kuralı, yapıyı biz kurgulasak diyorum…