Avrupa Birliği ya da eski adıyla Avrupa Toplulukları, üye devletler arasında ekonomik ilişkilerin güçlenmesi, kömür, çelik veya başka bir nedenle yeni bir savaşın, krizin çıkmaması için kurulmuştu. Temel mantığı karşılıklı bağımlılığa, fonksiyonel entegrasyona dayanıyordu.1950’li ve 1960’lı yıllarda Batı Avrupa’ya bakanlar bir alandaki işbirliğinin diğer alanlardaki işbirliğini tetikleyeceğini, sonucun entegrasyon olacağını söylüyorlardı.
Sonra bir kaç kriz yaşansa da entegrasyon sürdü, işbirlikleri derinleşti, işbirliğini koruyacak hükümetler üstü mekanizmalar yaratıldı. Üye devletler egemenlik haklarından aşama aşama vazgeçti, bazı yetkilerini Brüksel’e, yani Komisyon’a devretti. Üyelikten herkes çok mutlu olmasa da yakın zamana kadar AB üyelerine refah ve huzur sağladı, hepsinden önemlisi de çekim gücü yarattı. Üyelik için siyasi ve ekonomik eşikler koydu.
***
Üye olmak isteyenlerden içlerindeki ve dışlarındaki sorunları çözmeleri, demokrasi ve insan haklarını Avrupa Konseyi’nin koyduğu, AİHM’in içtihadıyla desteklediği standartlara getirmeleri talep edildi. Entegrasyon bir ara öyle bir aşamaya geldi ki aidiyet bile yaratılmaya çalışıldı. AB bir yanıyla Beethoven’e ve galiba biraz Aydınlanmaya, öteki yanıyla da hakim din anlayışına, Hristiyanlığa dayandırıldı.
Bu yüzden de resmi koşulların hepsini yerine getiren Türkiye’nin önüne engeller, duvarlar çıkartıldı. Tam üyelik perspektifi hem verildi, hem de verilmedi. Almanya, Avusturya, Fransa başta olmak üzere pek çok üye devlet kimlik, kültür, medeniyet gibi kavramlar kullanarak Türkiye’ye tam üyelikten az bir statü teklif ettiler. Türkiye’ye ve Kıbrıslı Türklere rağmen çözülmeyen Kıbrıs sorununu da bu amaçla araçsallaştırdılar.
Sonunda Türkiye’yi AB’den resmen olmasa da fiilen vazgeçirdiler. Zaten Türkiye de zaman içinde çok değişti, AB’den ve kendi koyduğu, varmaya söz verdiği standartlardan uzaklaştı. Fakat ilginç bir şekilde AB de değişti. Emsal olmaktan çıkmaya, derinleşen entegrasyonun ve hızlı genişlemesinin sorunlarıyla boğuşmaya başladı. Tarihinde ilk kez bir devlet “benden bu kadar” deyip her şeyi göze alarak birlikten ayrıldı.
Bir siyasinin konumunu güçlendirmek için kabullendiği referandum fikri Birleşik Krallık’ı AB üyesi olmaktan çıkarttı. Çıkış hiç kolay olmadı. Birleşik Krallık gıda tedariğinden kamyon şöförü kıtlığına kadar öngörülmemiş sorunlarla karşılaştı. Yakın bir gelecekte birleşikliği dahi tehlikeye girebilir, İskoçya bir kez daha bağımsızlık için halk oylaması yapıp kendi kaderini belirleme yolunu seçebilir. Kuzey İrlanda’nın durumu da pek iç açıcı sayılmaz.
Ayrıca Fransız balıkçılarla bile Britanya’nın başı dertte ve bu sorun, daha büyükleriyle birleşip Fransa ile olan ilişkileri etkileme potansiyelini içinde barındırıyor. İspanya ile Cebelitarık da bence sırada. Ancak Brexit’le ayrılan kadar ayrılınan da zarar gördü. AB pek çok politikasını, bütçesini gözden geçirmek zorunda kaldı. Hepsinden önemlisi de birleşmesiyle, sorunları kendi içinde eritmesiyle ünlü AB miti sarsıldı.
Çekiciliğinin bittiğini söylemek, AB’nin krize girdiğini iddia etmek doğru olmaz. Fakat çok ciddi çalkantılar yaşadığını söyleyebiliriz. Mülteci sorunu rahatsızlık yaratmaya hala devam ediyor. Polonya, Macaristan gibi ülkelerin demokrasi ve insan hakları standartlarındaki düşüşler diğer üyelerle, Komisyon ve Parlamento ile olan ilişkileri giderek daha fazla geriyor. Güvenlik politikaları konusunda da uyuşmazlık var.
Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, yolsuzlukla mücadele alanlarında araştırma yapmak için dönem başkanı Slovenya’yı ziyaret eden Avrupa Parlamentosu heyetine Slovenya Başbakanı Janez Jansa sosyal medya üstünden hakaret etti. Birlik tarihinde bir ilk daha oldu ve Dönem Başkanı ile Konsey Başkanı Twitter üstünden atıştı. Dönem Başkanı’nın birliğin değerlerini ve temel insan hakları normlarını çiğnediği anlaşıldı.
Euroactiv kapsamlı bir araştırma ve tanıklarıyla görüşmeyle bir başka üyenin daha birliğin temel normalarını ihlal ettiğini tescil etti. Polisin ve koruyup kolladığı milislerin mültecilere karşı işlediği suçlar tecavüzden soyguna ve belli ki cinayete kadar varıyor. Polonya’yada da Belarus’tan gelen mültecilerin sınır bölgelerinde ölümleriyle ilgili şüpheli durumlar var. Komşumuz Yunanistan’ın mülteci sicili de bildiğiniz gibi pek parlak sayılmaz.
Üyeler arasındaki AB hukukunun yorumlanma biçimine ilişkin farklılıklar ise bir başka ciddi sorunun, belki de yeni bir krizin habercisi. Polonya Anayasa Mahkemesi’nin AB antlaşmalarının kimi maddelerinin kendi anayasasıyla uyumlu olmadığı, çatışma halinde anayasanın uygulanacağına ilişkin geçen hafta aldığı karar bunun altyapısını oluşturdu. Bazıları kararı eleştirirken Macaristan Adalet Bakanı Judit Verga yazdığı bir makaleyle Polonya Anayasa Mahkemesi kararını destekledi.
***
Kimin haklı, kimin haksız olduğu bilmiyoruz. Ciddi bir hukuki analiz yapılması şart. Bildiğimiz AB’nin böylesi bir sorunla daha karşı karşıya olduğu ve birliğin pek çok aksında eş zamanlı kırılmalar yaşadığı. Bir yandan popülizmin, diğer yandan mülteci korkusu ve şişirilmiş aidiyetlerin sorunların derinleşmesine yol açtığı. Enerji krizi de AB ülkelerini zor seçimler yapmaya zorlayacağa, “iklim mi yoksa enerji mi” ikilemi zenginlerle görece fakirlerin arasını açacağa benzer.
Umarız tüm sorunlarını çözerler. Avrupa tarihinde pek çok kez gördüğümüze benzer gerilimlerin, krizlerin, hatta savaşların merkezi haline gelmez. İçinde yer almasak, üyesi olmasak da AB projesi, Avrupa’nın istikrarı bizim için önemli. Nihayetinde temel ticari ortağımızdan, NATO vasıtasıyla güvenlik paydaşımızdan söz ediyoruz. Ama aynı zamanda Ege’de, Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta var olan çözümü zor sorunlar yüzünden de potansiyel hasmımızdan. Dolayısıyla da çok yakından takip etmemiz, hayale kapılmadan doğru politikalarla sorunlarımızı yönetmemiz gereken bir devden…