AB en sıkıntılı zirvelerinden birini geçen cuma günü dönem başkanı Slovakya’nın başkenti Bratislava’da gerçekleştirdi. Birleşik Krallık henüz AB’den çıkış işlemini başlatmadığı ama aynı zamanda zirveye de katılmadığı için adına “gayri resmi” dendi. Komisyon da zaten bu zirvenin amacını 27’ler Avrupası’nın neler yapacağını konuşmak olarak duyurmuştu. Ama zirve sonrasında yapılan açıklamalardan ve özellikle de açıklanan ortak eylem planından Birleşik Krallık’tan çok mültecilerin, güvenliğin ve üye ülke halklarına gelecek vaat etmenin konuşulduğu anlaşılıyor.
***
Birleşik Krallık’ın 23 Haziran referandumuyla AB’den çıkmaya karar vermesi AB’nin geri kalanı için tabii ki önemli. Böylesi bir karar herkese, özellikle de üyelere bütünleşme sürecinin geriye işleyebileceğini, kendi vatandaşlarının da benzeri kararlar verebileceğini gösterdi. Birleşmenin motoru sayılan Almanya ve Fransa da bile UKIP tarzı partiler, her ülkenin kendi ayakları üstüne durmasının daha yararlı olduğuna inanan geniş bir seçmen kitlesi var. Ayrıca ayrılık diğer üyeler için de acı demek. Polonya şimdiden İngiltere’de çalışan yaklaşık 750 bin vatandaşının geleceğini düşünüyor.
Ancak en az İngiltere kadar, hatta daha da fazla üye ülkeleri düşündüren sorun ise mülteciler meselesi. AB genel olarak bünyesine mülteci kabul etmeye karşı. Ellerinden gelse hiç kimseyi almayacaklar, utanmasalar 1951 tarihli Mülteciler Sözleşmesi’nden çıkacaklar. Mültecilerin bir de Müslüman olması onları iyice rahatsız ediyor.
Macaristan, Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti zirve sırasında ve öncesinde açıkça ‘Müslüman mülteci istemiyoruz’ dedi. Başka bir deyişle ırkçılık, ayrımcılık, tarihi önyargılar Bratislava’da tavan yaptı. Macaristan Başbakanı Orban ve Slovakya Başbakanı Fico ülkelerinin bu konudaki görüşlerini basınla da paylaşmaktan çekinmedi.
Fakat neyse ki AB-Türkiye mülteci mutabakatını hayata geçirmek için çalışacaklarını resmi açıklamaya dahil ettiler. Görünen o ki bazı üyeler sınır güvenliğini geliştirmek için kaynak ayırırken, bazıları da mülteci kotalarına yoğunlaşacak. Bulgaristan sınırının geçilmez kılınması için en kısa süre içinde gerekli destek sağlanacak.
Yunanistan sınırının da güvenliği, dendiğine göre denizden garanti altına alınacak. Resmi açıklamada ya da zirveden dünya basınına yansıyan haberlerde Türkiye’ye verilmesi taahhüt edilen 3+3 milyar avroya ilişkin bir bilgi yok. Suriyelilerin insani trajedileri de anlaşılan zirvedeki devlet ve hükümet başkanlarının gündemine pek girmemiş.
Suriyeliler sadece bazılarının yarattığı güvenlik riski nedeniyle AB Zirvesi’nin gündemine dolaylı yollardan yer bulmuş. Açıklanan yol haritası istihbarat alanında daha sıkı işbirliğini, yolculara ilişkin bilgilerin paylaşımı gibi tedbirleri öngörüyor. Radikalleşmeye karşı sistemli bir mücadeleden söz ediliyor.
Avrupa belli ki Suriye’nin yaşadığı insanlık trajedisini değil bazı Suriyelilerin, en çok da kendi vatandaşı olan Müslüman Avrupalıların yarattığı güvenlik risklerini önemsiyor. Önemserken de onları kendinden daha fazla yabancılaştırıyor; daha çok nefret etmelerine, terör çağrılarına daha açık olmalarına yol açıyor. Kısacası tam da El Kaide’nin, IŞİD’in istediğini yapıyor, medeniyetler çatışmasını başlatacak fitili ateşliyor.
***
Doğrusunu isterseniz ben kimilerinin öngördüğü gibi AB’nin dağılacağını hiç zannetmiyorum. Çok büyük bir olasılıkla yakında karşımıza daha az “federal”, daha çok vitesli bir birlik çıkacak. Bazı üyeler bazı konularda birbiriyle daha fazla işbirliği yapacak. Birleşik Krallık aldığı kararla sarsacak, ama AB’yi yıkmayacak. Aslında böylesi bir birlik de Türkiye’nin entegrasyonunu kolaylaştıracak.
Yeter ki o birlik bazılarının istediği gibi Hıristiyanlık değerleri yerine son 70 küsur yıldır kurgulanan normlara; insan haklarına, evrensel hukuk ilkelerine, demokrasiye dayansın. Geçirilen bu sarsıntı Avrupa’nın kolektif bilincinde kalıcı izler bırakmasın. Çünkü bizim üyesi olmak istediğimiz, desteğine en çok da şu sıralarda ihtiyaç duyduğumuz AB, Orban’ın, Sarkozi’nin, Hofer’in hayalini kurduğu AB değil…