Türkiye’nin başlattığı Afrin harekatının askeri hedefi belli. Güney sınırında kendi güvenliğini tehlikeye atabilecek bir oluşumun güç kazanmasını, bu bölgeye kalıcı şekilde yerleşmesini engellemek. Siyasi hedefiyse bu oluşuma verilen uluslararası desteğin kesilmesi.
PYD/SDG kisvesi altındaki bu oluşuma en büyük desteği NATO müttefikimiz Amerika veriyor. İran, Rusya ve Suriye rejiminin de destek vermediklerini söylemek imkansız. Ama asıl yardım ABD’den gidiyor. ABD desteği olmasa PYD’nin
ayakta durması, böylesine güçlenmesi mümkün değil.
“Kürt kartını” kullanmak adına Rusya ve İran’ın da PYD/PKK’yı kollama, araçsallaştırma olasılık ve potansiyelleri mevcut. Zaten zaman zaman bunu yapıyorlar da. Ancak Suriye toprakları üstünde bir PKK devletine müsaade etmeleri ikisinin de çıkarına değil. Bu yüzden onlarla müzakere etmek, konuşmak ve anlaşmak daha kolay. ABD ile anlaşmak ise daha zor.
Çünkü ABD, PYD/PKK üstünden bölgede bir jeopolitik mücadele vermek, Suriye rejimini baskı altında tutmak, İran ve elinden geldiğince Rusya’nın etkisini dengelemek istiyor. Amaçları belli ki Suriye’nin toprak bütünlüğü değil. Hatta Suriye’nin bölünmesinin kendileri açısından daha iyi olacağını düşünüyor ve planlıyor bile olabilirler.
***
ABD yönetiminin bu beklentilerini hayata geçirmesinin önündeyse benim görebildiğim kadarıyla dört engel var. İlk ve en önemli engel Türkiye. Onların beklentileriyle bizimkiler arasında çatışma var. Biz müttefikimiz sorumluluklarını idrak etsin ve bizi tehdit eden bir terör örgütünün güçlenmesine imkan tanımasın diyoruz. Onlarsa bizi oyalamaya, zaman kazanmaya çalışıyor.
Bir tarafta imzacısı oldukları 1949 tarihli Washington Antlaşması’nın 1’inci, 4’üncü ve 5’inci maddelerinden doğan hukuki sorumlulukları var, diğer yanda teröre karşı verdikleri mücadeleye dayandırdıkları gerekçeleri. IŞİD’in bitmediğini öne sürerek hem PYD kontrolü altındaki bölgelerde askeri varlıklarını devam ettirmek, hem de PYD üstünden bölge siyaseti üstünde ağırlık koymak istiyorlar.
Onlar da görüyor ki bu sürdürülebilir bir tutum değil. Zaten sürdürülebilir olmadığı için de tutarsız açıklamalarla günü kurtarmaya çalışıyorlar. Fakat geri adım attıkları, atmak zorunda kaldıkları kesin. Afrin bölgesi konusunda sessiz kalmaları, oraya kaydırılan PYD/PKK’ya çok inandırıcı olmamakla birlikte destek vermeyeceklerini söylemeleri geri adım attıklarını gösteriyor.
Türkiye’nin kararlılığı ve ısrarı onları bariz bir şekilde yoruyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun New York Times’ta yayımlanan makalesindeki argümanlara karşı çıkamıyorlar. Anadolu Ajansı muhabirlerinin sorduğu soruları kaçamak cevaplarla geçiştirmeye çalışıyorlar. Güvenlik Şeridi gibi pratikte faydası ve kullanım ömrü sınırlı olacak öneriler de aslında bir orta yol bulma, Türkiye’yi mutlu etme çabasının ürünü.
ABD’nin önündeki ikinci engel Rusya, Türkiye ve İran’ın önce Astana’da, sonra da Soçi’de başlattığı süreçler. İlkinde sorunlu da olsa bir ateşkes sağlandı, diğerinde ise sorunlu da olsa ortaya bir barış imkanı çıktı. Eğer barış aşama aşama dahi Suriye’ye gelecek olursa, ABD’nin bu ülkedeki varlığını sürdürmesi çok daha zor hale gelecek, işgalci güç konumuna indirgenecek. Daha ciddi hukuki ve siyasi sorunlarla karşılaşacak.
ABD’nin önündeki üçüncü engelse kendi hukuk istemi. ABD Anayasasına ve özellikle de 1973 tarihli Savaş Güçleri Yasası’na göre Başkan’ın bir yere asker gönderdikten 48 saat sonra Kongre’ye bildirimde bulunması, Kongre’nin onayı olmaması halinde en fazla 60 gün içinde askerleri bulundukları yerden çekmesi gerekiyor. Oysa Suriye için böyle ne bir başvuru, ne de onay var.
***
Obama askerlerini Suriye’ye 2001 tarihinden kalma bir yetkiye dayanarak gönderdi, hukuki olmadığını anlayınca da 2015’te kongreye başvurdu. Ama müsaade alamadı. Demokrat Senatör Ben Cardin’in geçen günlerde dillendirdiği gibi, IŞİD’in yenilgiye uğratılmasından sonra askerlerin Suriye’de kalması için yeni bir yetkilendirme gerekiyor. Bu da verileceğe hiç benzemiyor.
Son olarak ABD yasalarına göre (US Code 2339B) terör örgütlerine yardım ve yataklık yapılması yasak, daha doğrusu çok ağır bir suç. Bireysel desteklerde 20 yıl ile müebbet arasında cezalar öngörülüyor ve PKK’da bilindiği gibi ABD tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor. Her ne kadar Yönetim PKK ile PYD anı şey değildir dese de aynı şey olduğunu onlar da biliyor, üstelik böyle olduğunu ispatlamak da zor değil.
Örgüt şemasından ortak liderliğe kadar pek çok delili açık kaynaklardan bulmak mümkün. Fikret Bila’nın “İdeolojik Kodlarıyla Kağıt Üstünde PKK” kitabı, benim daha önce bu sütunda dillendirdiğim Ankara’daki NATO Mükemmeliyet Merkezi tarafından yayımlanan makaledeki ölenlerin isimleri üstünden yapılan çalışma ve daha pek çok araştırma iki örgütün aslında aynı örgüt olduğunu anlatmaya ve sanırım kanıtlamaya yetecek mahiyette…