Birleşmiş Milletler üye devletlerin onay belgelerini emanetçi ülke ABD’ye vermelerinin ardından resmen 24 Ekim 1945’de kuruldu.
Ama asıl kuruluşu 25 Nisan 1945’de başlayan oturumla gerçekleşti. Aralarında Türkiye’nin de olduğu Almanya ve Japonya’ya savaş açmış 50 ülkeden 282 delege, 1400 kadar danışman, dünyanın hemen her yerinden 2600 civarında basın mensubu, 1000 küsur sekreterya çalışanıyla San Francisco’da buluşup örgütün kurucu metnine son şeklini verdi.
BM tarihsel açıdan 1899, 1907 Lahey Konferansları’nın, 1920’de kurulan Millet Cemiyeti’nin ve hatta Metternich tarafından kurgulanan Viyana Kongre Sisteminin devamı niteliğindeydi. Onlardan tecrübe ve diplomasi devraldı. Fakat örgütün siyasi ve hukuki altyapısını oluşturacak çabalar 1939’dan itibaren savaşla birlikte başladı.
ABD’de Barış Organizasyonu Çalışma Komitesi, Adil ve Kalıcı Barış Komisyonu, Council on Foreign Relations ve Foreign Policy Association gibi kuruluşlar örgütün düşünsel alt yapısını oluşturdular. İngiltere’de Lord Cecil önderliğindeki Milletler Cemiyeti Birliği, Kanada ve Amerika’dan 200 kadar hukukçuyu bir araya getiren platform ve daha pek çok sivil toplum örgütü katkıda bulundu.
***
Buna paralel olarak Almanya-Japonya bloğuna karşı savaşan ülkeler de 1941’den itibaren birlikteliklerinin barış zamanında da süreceğini belirtir açıklamalar yapmaya, yeni kurulacak örgütün yapısını, işleyişini belirleyecek önerileri tartışmaya başladılar. Birleşmiş Milletler kavramı ilk kez 1 Ocak 1942’de yapılan bir deklarasyonda geçti. Ardından 30 Ekim 1943’de Moskova’da böylesi bir örgütün gerekliliği üstüne mutabakata varıldı.
Sonra Sovyetler Birliği, İngiltere, ABD ve bir ölçüde de Çin temsiliyet sorununu, örgütün yapısını, savaşın galiplerinin örgütün işleyişi üstünde ne derece yetki sahibi olacağını tartıştı. Sovyetler Birliği Genel Kurulda her kurucu devleti için bir oy istedi. Sonunda üç oya razı oldu. Güvenlik Konseyi’nin yetkisi de tartışılan konular arasında ön sıradaydı. Mutlak veto talebi duble veto sonucuyla dengelendi.
Bazı konuların esaslı, bazılarının da yönetsel olduğu karara bağlandı. Güvenlik Konseyi’nin üyeleri hangi konuların yönetsel, hangi konuların esaslı olduğu üstünde anlaşamazsa daimi üyelere ikinci bir veto hakkı daha tanındı. Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliği korumak adına abartılı yetki kullanma imtiyazı da örgütün kuruluşundan günümüze tartışmalı oldu.
San Francisco toplantısı sırasında Avusturalya Dışişleri Bakanı Evatt’ın öncülüğünde gelişen hareket veto yetkisini çok sorgulayınca Amerikalı Senatör Connally veto olmadan BM yok bile dedi. Soğuk Savaş sırasında da bol bol veto yetkisi kullanıldı. Buna rağmen Barış Gücü Operasyonları gibi yaratıcı çözümler bulundu. Güvenlik Konseyi’nin yapısı, üyelerin sayısı tartışıldı.
Güvenlik Konseyi’nin üye sayısı da zaman içinde arttırıldı ama beş daimi üye, yani Amerika, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere ayrıcalıklı konumlarını hep korudu. Reform talebi ise dünyanın gündeminden hiç düşmedi. Türkiye’nin son bir kaç yıldır dünya beşten büyüktür sloganıyla özetlediği reform, daha doğrusu Güvenlik Konseyi’nde daha adil temsil hakkı başka ülkeler tarafından da sık sık dillendirildi.
G4’ler olarak bilinen Almanya, Brezilya, Hindistan ve Japonya daimi üyelik için birbirini destekledi. Kahve Klübü olarak bilinen aralarında Türkiye’nin de olduğu liderliğini İtalya’nın yaptığı bir başka grup ülkeyse geçici üyelerin sayısının arttırılmasına öncelik verdi. 1990’lardan bu yana hemen her Genel Kurul konuşmasında bu konu bir şekilde birileri tarafından gündeme getirildi. Fakat yapıda ya da yönetim anlayışında bir değişiklik olmadı.
19 Mart 1945 tarihli Akşam Gazetesi’nde dönemin duayen köşe yazarlarından Necmettin Sadak’ın söylediği gibi BM büyük devletleri birbirinden korumak için kuruldu, öyle de kaldı. Küçük ülkelerin çıkarlarını, güvenliklerini çok önemsemedi. Ama yine de sistem iyi-kötü çalıştı. Barışı koruma operasyonları düzenlendi, az da olsa sorunların barışçıl yollardan çözümü için inisiyatifler geliştirildi. İnsanlığın sağlık, beslenme, barınma, su, eğitim benzeri temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla çaba harcandı. İnsan, kadın, çocuk hakları için mekanizmalar kuruldu.
***
Yetti mi derseniz tabii ki yetmedi ama zaten yetmesi de mümkün değildi. BM uluslararası barış ve güvenliğin korunması, anayasanın önsözünde ifadesini bulan ideallerin gerçekleşmesi amacıyla kurulmuş bir devletler arası örgüttü. Gücü üyelerinin iradesinden kaynaklanacak, birine karşı yapılan bir tehdit hepsine karşı yapılmış sayılacaktı. Güvenlik Konseyi saldırganı tespit ettiğinde ona karşı yaptırım uygulayacaktı.
İdeallerle gerçekler 75 yıl boyunca çok fazla örtüşmedi. Kimse çıkarlarını, refahını ve güvenliğini başkası için feda etmek istemedi. Bir kaç istisnai durum dışında BM Şartı’nın yedinci bölümündeki yaptırım tedbirleri hayata geçirilemedi. Pek çok devletin saldırganlığı görmezden gelindi. Uluslararası barış ve güvenlik büyük ölçüde güç dengeleriyle, ittifaklarla korundu.
Belki de iyi ki öyle oldu. Aksi takdirde bir başka dünya savaşının daha yaşanması ya da bizim gibi ülkelere karşı ciddi ve can sıkıcı yaptırımların uygulanması gündeme gelebilirdi. Bana öyle geliyor ki BM’den mucize beklemek, Şartı’nın 108 ve 109’uncu maddeleri varken yapısının değişmesi için çaba harcamak yerine, var olan imkanlarından yararlanmak, eskiden olduğu gibi Güvenlik Konseyi üyesi olmak, şimdiki gibi Genel Kurul’un bir yıl boyunca başkanlığını yapmak daha doğru bir seçim olabilir...