Düzenli köşe yazısı yazmaya birkaç haftalık fazlalığı saymazsanız bundan tam 24 yıl önce başladım. Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Hürriyet web, Referans, Star ve kurulduğu günden bu yana da Karar’da neredeyse her yılın sonunda bildiğim, takip etmeye çalıştığım alan, yani dış politika ve dünya siyaseti açısından yılın değerlendirmesini yaptım.
Bu yıl da geleneği bozmadan sürdürmek, 2018’in kısa bir özetini ve analizini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak bu kez sadece olan biteni değil yazdığım yazıları da hatırlatacağım. 2018’in önemli gördüğüm “olaylarını” olduğu zamanki izlenimlerimle aktaracağım. Umarım bir köşe yazısının sınırları içinde yılın kaba da olsa bir özetini çıkartabilirim.
***
Bu yılki ilk yazım İran’daki gösteriler üstüne olmuş, yüzde 57’lik bir destekle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Ruhani’nin sokakta yenilmesinin mümkün olmadığını yazmışım. Dışarıdan teşvik gelebileceğini, bazı ülkelerin İran’ın istikrarsızlaşmasından mutlu olabileceğini belirtmişim. İran’ın istikrarının Türkiye için önemli olduğunun altını çizmişim.
Daha sonra da İran üstüne birkaç yazım olmuş, fakat belli ki bu yıl en çok ABD hakkında okumuş, düşünmüş ve yazmışım. Hatta İran yazılarımın bile odak noktasında müttefikimiz, müttefikimiz olduğu kadar da hasmımız Amerika olmuş. İlk yazımdan itibaren dünyayı büyük ölçüde ABD üstünden değerlendirmiş, müdahalelerinden söz etmişim.
Mesela 18 Nisan tarihli yazımda bir araştırmaya atfen ABD’nin 1946-200 yılları arasında 81 kez başka ülkelerdeki seçimlere müdahale etiğini vurgulamışım. Diğer müdahalelerinde bahsettiğim yazılarım da var. Fakat en çok ABD’nin müttefiki Türkiye yerine PYD’ye, daha doğrusu PKK’ya yaptığı yardımları sorgulamışım.
18 Şubat tarihli yazımdaysa ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Türkiye ziyaretini değerlendirirken iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından bu ziyaretin iyi bir başlangıç olduğunu, kurulacak komisyonların sorunların çözümüne katkıda bulunabileceğini belirtmişim. Foreign Policy’ye yazan Brooking’den Amanda Sloat’ın ABD’ye Türkiye ile ilişkilerini normalleştir, verdiğin sözleri tut dediğini hatırlatmışım.
Yine aynı yazıda ABD’nin giderek belirginleşen Türkiye’yi, Türkiye’nin çıkarlarını ciddiye alma tutumunda Türkiye’nin benimsediği “brinkmanship” politikasının etkili olduğunu söylemişim. 16 Ağustos’ta da İki ülke arasında gerilim yaratan bir başka sorunun, Rahip Brunson sorununun çözüm yoluna girmeye başladığını yazmışım.
Ekim ayında yazılarımın ağırlık noktasını Kaşıkçı cinayeti oluşturmuş. 14 Ekim’de Türkiye’nin Kaşıkçı cinayetinin doğurabileceği krizi iyi yönettiğini, bu sorunun ABD ile Türkiye’yi birbirine yakınlaştırdığını, ABD’yi etkilemeyi başardığını, oyun kurucu bir ülke olduğunu herkese gösterdiğini vurgulamışım.
Üç gün önce de Türkiye’nin Amerika’yı hiç istemediği, ülkesi içinde tepki doğuran, diğer müttefiklerinde hayal kırıklığı yaratan bir şeyi yapmaya, yani Suriye’den çıkmaya, PYD/PKK’ya destek olmaktan vazgeçmeye ikna ettiğini yazıp, bunun kutlanması, sevinilmesi ve hafife alınmaması gereken bir başarı olduğunu belirtmişim.
Kısacası benim görebildiğim kadarıyla 2018 Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli aşamaların kaydedildiği, iki tarafın birbirine yakınlaştığı, hepsinden önemlisi de Türkiye’nin istediklerini elde etmeye başladığı bir yıl olmuş. Umarız gelecek yıl da ABD’nin Türkiye’ye verdiği sözleri yerine getirdiği bir yıl olur. Türkiye de dış politikasındaki dengeli yaklaşımını, Rusya ile Amerika ya da Çin arasında tercih yapmaz tutumunu sürdürür. AB’ye önem verir. Zamanın ruhuna uygun akılcı politikalarla muhataplarına istediklerini kabul ettirir.
***
Doğal olarak 2018’de dış ve güvenlik politikaları söz konusu olduğunda ne Türkiye’nin tek gündem maddesi Amerika’ydı, ne de benim yazılarım sadece Amerika üstüneydi. Rusya ve Çin’le olan ilişkiler, Astana süreci, İdlip mutabakatı, göç, Brexit, AB ve AB ülkeleriyle normalleşme, Montreux Sözleşmesi yazdığımız, okuduğumuz ve düşündüğümüz konular arasındaydı. Ama Amerika büyüklüğü, gücü ve bizi yakından ilgilendiren sorunlardaki tavrı nedeniyle bu konularda yazan-çizen hemen herkesin bir şekilde odak noktasındaydı.
Üstelik şahsına münhasır kişiliğiyle ABD Başkanı Trump da ister istemez ilginin kendisine ve ülkesine yoğunlaşmasına neden oldu. Mültecilerden Kudüs’ün statüsüne kadar pek çok konuda benimsediği politikalar, kayıtsız şartsız İsrail dostluğu, İran’la 2015’de imzalanmış çok taraflı antlaşmadan çıkması, Kuzey Kore’yi önce tehdit edip sonra övmesi, ticaret savaşlarını tetiklemesi, yeni bir nükleer silahlanma yarışı başlatacak adımlar atması bu yılın gündemini sadece bizde değil dünyada da büyük ölçüde belirledi…