Maalesef Türkiye’nin bütün yönetim kademeleri liyakatsizlere teslim edildiği için yönetilemiyor ve insanlar her geçen gün derin bir yoksulluk çukuruna yuvarlanıyorlar, bir başka deyişle bu çukurun içine adeta itiliyorlar.
Ülkenin böylesine karanlık bir sürece mahkum olmasının elbette pek çok siyasi ve ekonomik nedeni var. Lafı hiç dolandırmadan söylemek gerekirse bugünkü perişan halimizin en temel nedeni yolsuzluktur…
Bilindiği gibi yolsuzluk bütün dinler tarafından yasaklanmış ve Kur’an’da çok net bir şekilde haksız kazanç olarak tarif edilmiştir: “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.” (Bakara/188) Müfessirler bu ayetten hem kazanç hem de harcama faaliyetlerinin meşru zeminde yürütülmesi şeklinde genel bir ilke çıkarmakta; haksız menfaat sağlamak, maddi ve manevi bir karşılık elde etmek için işbaşındakilere mal (veya para) vermek yasaklanmaktadır. Bu şekilde çıkar elde etmek için yetkili kişilere menfaat sağlamaya rüşvet denir. Bu ayette ve bazı hadislerde rüşvet özellikle söz konusu edilerek yasaklanmış, hatta hadislerde buna tevessül edenler lanetlenmiştir. (bk. Tirmizi, “Ahkam”, 9; Ebu Davud “Akdiye, 4)
Mesele siyasi boyutta değerlendirildiğinde, yolsuzluk biçimleri rüşvet, haraç, eş-dost akraba kayırmacılığı, liyakatsizlik, baskı, zimmete para geçirme şeklinde gerçekleşmektedir. Yolsuzluk tanımını en yaygın ve net şekilde kullanan Dünya Bankası’dır. Dünya Bankası’na göre yolsuzluk; kamu gücünün özel menfaatler için kötüye kullanılmasıdır. Kısacası sınırlandırılmamış politik yolsuzluk hali, en somut şekliyle bir ‘hırsızlık rejimi’dir.
Gerek dini metinlerdeki temel yaklaşımlar, gerekse evrensel hukuk normları ışığında değerlendirildiğinde yolsuzluğun sadece haksız yere mal ve para temini şeklinde değerlendirilmesinin eksik bir tarif olduğu görülecektir. Evet bir devlet görevlisinin nüfuz kullanarak menfaat temin etmesi yolsuzluktur.
Ancak bilmek gerekiyor ki hiç hakkı olmadığı halde akraba kontenjanından makam ve mevki elde etmek de açık bir yolsuzluktur, sınav sorularının çalınması yolsuzluktur, işe alımda “mahalle kriterleri”ni devreye sokarak sınavlarda yüksek puan alanları devre dışı bırakmak da bir yolsuzluktur, yani açıkça hak yemektir. Ayrıca Kur’an’ın ‘haksız kazanç’ tarifi de budur…
Ne yazık ki liyakatsizliğin baş tacı edildiği böyle bir zihniyet ikliminde gerçekten ehliyet sahibi olan insanlar eşit şartlarda yarışma imkanından mahrum bırakıldıkları için onların yerine liyakatsizler doldurularak başkalarının hakkına tecavüz edilmektedir. Kim nasıl tarif ederse etsin, bu durum en net haliyle siyasi bir yolsuzluktur.
Şu anda Türkiye tam da böyle bir liyakatsizliğin, nepotizmin zirve yaptığı bir hali yaşamaktadır. Belli bir liyakate ve kaliteye sahip bürokratlar, bakanlar, hatta bağımsız kurum başkanları devletten uzaklaştırılmakta, liyakatsizler baş tacı edilmektedir.
Hal böyleyken dini değerleri önemseyen, Nass konusunda yani Kur’an’ın açık ayetleri konusunda hassas olduklarını iddia eden dindar kesimlerin ülkede yaşanan bu negatif görüntü karşısında suskunluğa gömülmeleri, Kur’an’ın öğütlerini görmezden gelmeleri ibret verici bir durumdur.
Çünkü günümüz dindarları için önemli olan ‘görsel dindarlık’tır… Mümkünse her gün namazını camide kılması, takkesini-tespihini eksik etmemesi çok makbul bir davranıştır. Hakka-hukuka riayet edilmemesi, sınavlarda insanların haklarının yenmesi, devleti liyakatsizlerin istila etmesi, kendi özgürlüğüne halel gelmediği sürece başkalarının özgürlüklerinin askıya alınması ne yazık ki günümüzün dindarlarını zerrece ilgilendirmemektedir.
Kabul edelim ki yeni dindarlarımız, artık liyakatsiz birisinin bakan ya da bir kuruma başkan yapılmasının aynı zamanda haksız kazanç olduğunu idrak edecek bir dindarlık bilincinin çok uzağında bulunmaktadırlar. Onlar, cumhurbaşkanı “Nass var nass..” dediğinde kalplerinde bir yücelik hissederler, huzur ve huşu içinde evlerinin yollarını tutarlar…