Dünyanın en güzel şarkılarından birisidir…
Parçanın ilk dizelerinde ‘güneşe izin vermesi’ için sevgiliye yalvarılır. Ve güneşin saklı kaldığı sarı çölün sonsuzluğunda ‘yıldızlar düşleri doldurur’ adeta… Bu yüzden bazen dinleyip dinlememekte tereddüt edersiniz, çünkü insanı müntehir (intihar eden) kılabilecek kadar tehlikeli bir şarkıdır aynı zamanda.
Dinleyeni diyardan diyara gezdiren, dinlemekten sıkılmanın mümkün olmadığı, dahası şarkının ilk on saniyelik bölümünde farklı bir dünyanın kapılarını sonuna kadar aralamakla kalmayıp, kapıyı adeta kırarak ışık hüzmelerini içinize akıtan ve de bir arayışın şarkısı olan bu eserin adı “Kashmir”dir. Bu parçada rock ile oryantal müzik adeta birbiriyle meczedilmiş ve ortaya muhteşem bir şarkı çıkmıştır.
Kemanla ağlayıp, darbukayla havalara uçup, perküsyonla kendinizi uzaklara ışınlayabilirsiniz.
İnanılmaz güzellikteki bu Led Zeppelin parçasında ilginç bir akustik bulunmaktadır. Bu versiyonda gitar baladlarının yerini darbuka, klarnet ve keman soloları almış, doğu müziğiyle rock müzik adeta sentezlenerek ortaya tadına doyulmaz bir şarkı çıkmıştır.
Baştan sona bir şaheser olan bu Kashmir parçasında, yaylıların eşliğinde Robert Plant, dizeleri söylemeye başladığında şarkıya adeta bambaşka bir boyut eklenir, işte o andan itibaren zihniniz ve kalbiniz bambaşka alemlere gider, mısır çöllerinde gezinir, ummana dalar ve şarkının sonsuza dek böyle sürmesini istersiniz. Güneş devasa bir kırmızı dev olup bu dünyayı yuttuğunda bile sanki karanlık evrenin bu köşesinde Robert Plant’in sesinin bu müzik ve dizelerle yankılanmaya devam ettiğini hissedersiniz…
Ama sonra kendinize geldiğinizde böyle bir şeyin olamayacağını, insanlığa dair her şeyin bir gün mutlak yok oluşa sürükleneceğini ve ölümün bir gerçek olduğunu idrak eder hüzünlerinizle baş başa kalırsınız….
İsmini Hindistan’ın Kashmir bölgesinden almış olmasından başka bu bölgeyle hiçbir ilintisi olmayan, bu Led Zeppelin şarkısını Robert Plant, Sahra Çölü’nde yolculuk yaparken yazmıştır.
Kısacası bu şarkı, bir gezginin bilinmeyene yaptığı yolculuğun hikâyesidir. Sözler, gezginin çölün sonsuzluğunda ‘boşa harcanmış bir diyarı’ keşfederken yaşadığı deneyimi anlatır. Plant, bu hikayede kendisini yaz ortasında Shangri-La’yı arayan bir fırtına pilotuna benzetir. Yolcu yoluna devam ederken, dinleyiciyi de onun arayışına katılmaya davet eder ve yorumu da dinleyiciye bırakır.
Ne zaman Kashmir şarkısını dinlemeye başlasam, kumların hafifçe aktığını hissediyorum, işte o sözler:
/Ah, bırak güneş vursun yüzüme
ve yıldızlar süslesin düşlerimi
zaman ve uzay yolcusuyum ben.
Geldiği yere dönmeye çalışan
soylu ırkın büyükleriyle oturmak için
bu dünyanın pek ender gördüğü.
Oturup bekledikleri günlerden konuşurlar
gün gibi açık olacak her şey
konuşurlar şarkılarda oynak, zarif dilleriyle.
Sesler okşar kulaklarımı
duyduğum tek bir sözü bile yoramadım hiçbir şeye ne de açıktı oysa hikaye.
Ah, güzelim, görmüyordu gözlerim
ah, evet, anne, inkar edemem
ah, evet, kör olmuştum
anne, anne, inkar edemem, edemem.
Kararıyor baktığım her şey
kavururken yeri göğü güneş,
ve kumla doluyor gözlerim
bu ipince yoldayken gözlerim.
Nasıl bulurum, nasıl bulurum geldiğim yeri
ah, iz bırakmadan geçen fırtınanın kaptanı
tıpkı düştekiler gibi.
Beni oraya götüren yolu terk et
akar gider sarı kum çölleri.
Yazın ay ışığının altındaki Shangri-la gibi tıpkı
döneceğim yine
kum fırtınası yakaladığında seni
yola çıkıp arayacağım Kashmir’i./