Günümüzdeki İslami anlatımın her geçen gün hayatla bağlarının kopması, Müslümanlar adına derin bir krize işaret ediyor. Ayrıca buna paralel olarak sorumluluk makamında bulunan ilim erbabının, giderek güven kaybeden söz ve eylemleri de hem dine hem de Müslümanlara büyük yükler getirmektedir.
İletişim teknolojisinin müthiş imkanları sayesinde artık her şey toplumun gözü önünde cereyan etmekte ve herkes her şeyi adeta bir film şeridi gibi izlemektedir. Dolayısıyla din hakkında görüş beyan etme makamında olan insanların, sırf siyasi endişelerle dinin esasını görmezden gelerek toplum vicdanının kabul edemeyeceği hal ve davranışlara fetvalar üretmesi ya da suskun kalması derin hayal kırıklıkları yaratmaktadır. Daha da önemlisi genç nesillerin dinle buluşmalarını zaafa uğratmaktadır.
Maalesef din üzerinden oluşturulan bu arızalı zihniyet yapılanmasının en tehlikeli sonucu, dinin güncel siyasete bulaştırılması olmuştur. Zira ideolojik tutum sahiplerinin marifetiyle, din sosu katılarak keskinleştirilen siyasal söylemler derin bir ahlaki çöküşe yol açmış bulunuyor.
Talihsizlik o ki dinin üzerini siyasal bir perdeyle kapatan bu kirli anlayışın aktörleri, doğal olarak ekonomik ilişkilerin, sosyal ve siyasal hayatın tanzimi konusunda kendilerini hak sahibi görmekte ve kimin ‘mukaddes dava’nın neferi olduğuna, kimin iman ya da küfür cephesinde yer aldığına, kimin ‘yerli-milli’ ya da ‘hain’ olduğuna karar verme yetkisine haiz olduklarına inanmaktadırlar.
“Spinoza Mucizesi” kitabında, liberal demokrasinin ilk modern düşünürü olan Spinoza’nın demokrasi konusundaki yaklaşımını, yine Spinoza’nın ifadeleriyle değerlendiren Fredic Lenoir, “Dışsal itaat, içsel manevi faaliyetten daha güçlüyse, demokrasimiz zayıflama tehlikesiyle karşı karşıya kalır” diyor.
Spinoza yüzyıllar öncesinden sanki bugünü tarif etmiş, çünkü itaatci anlayış akla ve bilime itibar etmez, onlar “yeter ki iktidar bizim olsun, gerisi teferruattır” mottosuyla hareket ederler ve siyasal hedeflerine yarayacaksa yolsuzluğa, liyakatsizliğe ve hukuksuzluğa mutlaka bir fetva bulurlar…
Mesela şu anda Gazze’de insanlık soykırımla yok edilirken, ‘utanç gemileri’ İsrail’e demir-çelik, dikenli tel ve her türlü ticari malı taşımaya devam ediyor. Bu utanç gemileri Türkiye’de yaşayan herkesin yüreğini yakıyor, özellikle de yıllarca Filistin davasının savunucusu olan dindar insanları derinden yaralıyor, buna inanıyorum.
Ama ne hikmetse bu insanlar, aynı inanç ikliminde yer aldıkları Gazze’deki mazlumlar için seslerini yükseltemiyorlar.
Peki neden?
Çünkü ruhlarını kaybettiler, eğer İsrail’e destek veren iktidarı eleştirirlerse, çok yürekten katılmasalar da “Ya iktidarımızı kaybedersek…” endişesiyle bu utanca rıza gösteriyorlar.
İnanıyorum ki dindar-muhafazakar kesimler aslında yolsuzluk algısının bu kadar ayyuka çıkmasından, yozlaşmanın ve ahlaki çürümesinin derinleşmesinden fevkalade rahatsızdırlar ama ruhlarını kaybettikleri için ve “Aman iktidarımıza bir şey olmasın” endişesiyle en küçük bir itiraz sesi bile yükseltemiyorlar, çünkü ruhlarını kaybettiler…
Oysa bütün Müslümanlar bilir ki kötülüğe karşı direnmek ve eylemlilik göstermek erdemli olmanın en temel göstergesidir. Bu konuda Hz. Peygamber’in sözleri son derece açık ve nettir: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir”
Kabul edelim ki dindar-muhafazakar kesimler bütün iyi niyetlerine rağmen, siyaseti ve liderlerini kutsallaştırdıkları için ne yazık ki ahlak sınavını kaybettiler.
Hakkaniyetli olmak açısından hemen belirtelim, elbette insanlar kendilerine yakın buldukları AK Parti’yi tutabilirler, bu onların en demokratik hakkı. Ama olumsuzluklara rıza göstermenin dini bir gerekçesi olamaz.
Esasen eleştiri iktidarları zayıflatmaz, tam aksine güçlendirir. Keşke iktidara gönül veren özellikle dindar-muhafazakar kesimler yolsuzluklara, hukuksuzluklara ve Türkiye’yi yoksulluğa mahkum eden akıl dışı ekonomik uygulamalara karşı seslerini yükselterek sandıkta uyarabilseler. Eğer bu ikazı yapabilirlerse görecekler ki bu aynı zamanda AK Parti’nin de kendi asli politikalarına dönmesinin yolunu açacaktır.
Kuşkusuz bu söylediklerimiz sadece bir temenniden ibaret, maalesef insanlar, ahlaki anlamda yaşanan bu derin savrulmanın hayırlı sonuçlar üretmeyeceğini görmelerine rağmen, hamasetin büyüsüne kapılıp gerçeklere gözlerini kapamayı tercih ediyorlar.