31 Mart seçimleri yaklaşırken “Bu sadece bir yerel seçim değil, aynı zamanda bir referandum” sözlerini biraz fazla duyuyoruz. Bu iyi bir şey midir bilemiyorum ama bir referandum havası olduğu kesin.
Türkiye gibi demokrasi kültürü zayıf, ideolojik çizgileri keskin olan ülkelerde seçimler genellikle ‘devleti ele geçirme’ zihniyet temeline dayalı bir zeminde gerçekleştiği için adeta bir ölüm-kalım meselesi olarak değerlendiriliyor.
Dolayısıyla, genel seçimler de belediye başkanlığı seçimleri de kendi doğal mecrası içinde değil, olağanüstü bir atmosferde gerçekleşiyor. Bu yüzden de bizim gibi ‘demokrasi yaşı’ anlamında henüz akıl baliğ olmamış ülkelerde, bütün seçimlerde güvenlik üst düzeye çıkarılır ve ölümlü kavgalar olur. Oysa demokratik olgunluğa erişmiş ülkelerde kimin kazanıp kazanmadığı insanların umurlarında bile olmaz. Doğal olarak insanlar sandığa gider, kimin daha iyi hizmet edeceğine inanıyorsa oyunu verir ve iş biter.
Aslında Türkiye’yi demokratik ülke örnekleriyle kıyaslamanın çok fazla bir anlamı da yok. Zira biz, bize benzeriz… Dolayısıyla 31 Mart seçimlerini Türkiye dinamikleriyle analiz etmek daha sağlıklı bir durum olacaktır.
İşte tam da bu zaviyeden baktığımızda, yerel seçimlerin kelimenin tam anlamıyla bir referandum niteliği taşıdığını söylemek gerekiyor. Bunun en önemli göstergesi de İstanbul ve Ankara seçimleri… Elbette bütün belediye başkanlıkları önemli ama özellikle İstanbul hem muhalefet hem de iktidar açısından hayati bir öneme sahip.
Muhalefet açısından önemli; 14/28 Mayıs yenilgisinin ardından özellikle İstanbul ve Ankara’yı yeniden alarak mağlubiyet travmasından kurtulmak hem de yeniden ‘bu oyunda biz de varız’ demek istiyor. İktidar ise genel seçimlerdeki başarısını başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük şehirleri alarak taçlandırmayı hedefliyor.
Kuşkusuz bu tabloda siyasetin nabzının en hızlı atacağı merkez İstanbul seçimi olacaktır. Eğer İstanbul’u ikinci kez Ekrem İmamoğlu alırsa, sadece İstanbul’u almış olmayacak, aynı zamanda 2028’e dönük siyasi hesapları da yeniden şekillendirecektir. Eğer Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İstanbul’u geri almayı başarabilirse, siyasetteki rakipsizliğini de perçinlemiş olacaktır.
Esasen bu değerlendirmede bir tuhaflık var, zira biliyoruz ki İstanbul’daki yarış Ekrem İmamoğlu ile Murat Kurum arasında olacak. Ama bütün siyasi analizlerde olduğu gibi toplumda da sanki yarış, Erdoğan-İmamoğlu arasında olacakmış gibi bir duygu fazlaca dillendiriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karizmatik liderliği dikkate alındığında, İmamoğlu’nun gerçek rakibinin Murat Kurum değil, Erdoğan olduğu da yabana atılacak bir düşünce değil. Ayrıca cumhurbaşkanının pazar günkü aday tanıtımında ortaya çıkan fotoğraf da bunu teyit eder nitelikte. Mesela Murat Kurum için ayrı bir paragraf açılıp, iki satır konuşturulabilirdi ama yapılmadı. Sanki diğer adaylardan bir aday gibiydi…
İşin esasına baktığımızda, evet Murat Kurum bir dönem Emlak Konut’un başkanlığını yürütmüş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapmış genç ve dinamik bir isim ama karşısında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı ve siyasi pırıltısı yüksek bir Ekrem İmamoğlu var. Doğal olarak insanlar İmamoğlu’nun, Kurum’dan çok Erdoğan’la yarışmak durumunda olduğuna inanıyorlar.
AK Parti çevrelerinde “Keşke Ali Yerlikaya, Tevfik Göksu ya da Fahrettin Koca’dan biri olsaydı” görüşünü dillendirenlerin olduğunu biliyorum. Bu yüzden de özellikle İstanbul özelinde teşkilatta bir motivasyon düşüklüğü olma ihtimali var. Mesela Tevfik Göksu aday olsaydı, muhtemelen coşku daha yüksek olabilirdi…
Ancak unutmamak gerekiyor ki Erdoğan için belediyeyi almaktan öte, uzun vadede İstanbul’da gerçekleştirilecek hedefler daha önemlidir. Bu açıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Murat Kurum tercihinde ‘kentsel dönüşüm’ ve Kanal-İstanbul hayalinin etkili olduğu kanaatindeyim. AK Parti’nin hinterlandında yer alan iş dünyası ve müteahhitlerin Murat Kurum’a yönelik verdikleri destekler de bunu teyit niteliktedir. Bu arada Kurum’un, deprem felaketini yaşamış bir ülkede imar aflarında imzasının olduğunu da bir yere not etmekte yarar var.
Şimdi önümüzde iki buçuk aylık bir süre var, Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum’un doğrudan projelerini anlatarak zaten fiili anlamda referandum niteliği taşıyan 31 Mart seçimlerini, hiçbir şekilde polemiğe sapmadan ve de geçmişte olduğu gibi gereksiz “beka” tartışmalarıyla milleti yormadan temiz bir yarış yapmalarını diliyoruz, böylesi hepimiz için daha hayırlı olacaktır.