Memleketin ‘tekçi’ vesayet sistemiyle yönetildiği bir ortamda “darbelerden arındırılmış” yeni anayasa yapma niyetini sivil ve özgürlükçü bir zihniyet yapısıyla izah etmek ne yazık ki pek mümkün değil. Zira 15 Temmuz darbe girişiminden bir yıl sonra yani 2017 yılında hazırlanan ve referandumla kabul edilen “Türk tipi” başkanlık anayasanın darbelerden arındırıldığını sanıyorduk. En azından iktidar bu anayasayı öyle pazarlamıştı...
Ama şimdi öğreniyoruz ki meğer “Türk tipi” anayasamızın kapıları hala darbelere kapatılamamış... Ya da iktidar pazarlaması kolay olsun diye “darbe” kavramı üzerinden başka bir niyet pazarlamaya hazırlanıyor.
Yeni anayasa tartışmalarında 1921 anayasasının ruhuna atıf yapılmasının hikmeti tam da böyle bir şey olsa gerek. Zaten Ayasofya baş imamı da yeni anayasanın nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını veriyor: “1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün.” Baş imamın söylediklerini dikkate almakta yarar var, zira yaşadığımız dönemin ruhunu ve ülkenin bilimsel seviyesini(!) o temsil ediyor...
Belli ki iktidar cenahı “Türk tipi” rejime rağmen bir türlü elde edemediği “nihai zafer”e ulaşabilmek için kutuplaşma siyasetini dindar-laik ayrışması üzerinden toplumsal fay hatlarını tetikleyerek sandığa da yansımasını düşündüğü bir üstünlük sağlamayı planlıyor.
Ancak hemen hatırlatalım bu çok tehlikeli bir girişim. Gerçi elimizde henüz anayasa çalışması konusunda ciddi veriler yok, sadece AK Parti ve MHP’nin niyetlerini ortaya koyan açıklamalar var. Ayrıca iktidar, böyle bir anayasayı hayata geçirebilecek parlamento aritmetiğine de sahip değil. Muhtemelen hazırlayacakları taslağı parlamentoya getirip seçimlerde kullanmayı planlıyor oyabilirler.
Her halükarda bu tartışmalar, geçtiğimiz günlerde Ali Babacan’la yaptığım kısa söyleşide altını çizdiği gibi “tepeden inmeci, dayatmacı bir zihniyetin ürünü”dür. İşte esas tehlike de zihniyet dayatmasıyla başlıyor. Zira iktidar bu girişimiyle sadece demokrasi ve adalet konusundaki kusurlarını, zaaflarını perdelemeyi değil, aynı zamanda kutuplaşma dilini daha da keskinleştirerek taraftar kitlesinin motivasyonunu yükseltmeyi amaçlıyor. Ancak unutmamak gerekiyor ki iktidar 31 Mart ve 23 Haziran seçimi öncesinde de “Pontus” ve “terör destekçisi” benzeri saldırılarla sandıktan zaferle çıkmanın hesabını yapmış ama bu girişim hezimetle sonuçlanmıştı.
Siyasal iktidar “Tür tipi” başkanlık rejimi ile bütün yetkilerin tek elde toplanmasına ve her istediğini yapma özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, neden durup dururken “1921 Anayasası’nın ruhuna uygun” bir anayasa yapma hayaline kapılmıştır, doğrusu bu izaha muhtaç bir durumdur. Eğer yapılmak istenen, Ayasofya Baş imamının söylediği gibi laikliği anayasadan çıkartarak “Cumhuriyet’i fabrika ayarlarına” döndürmekse bunun topluma açıkça söylenmesi gerekir.
Aslında iktidarın böyle bir niyetinin olduğu kanaatinde değilim, daha çok toplumun İslami arzularını yeni anayasa üzerinden harekete geçirerek dini duyarlıkları seçim malzemesine dönüştürmeyi düşünüyor olmalı. Yoksa neden olmayacak duaya amin desin ki…
Ama hemen belirtelim, bu memleketin hayrına olan bir durum değil. Tam aksine yıllardır “Dindarlık-Laiklik” ayrımı üzerinden yaşanan kutuplaşmayı daha da derinleştirecek ve toplumun birlikte yaşama arzusunu zedeleyecektir.
Birazcık olsun dini hassasiyeti olan herkes bilmeli ki, anayasa dahil siyaset ve iktidar mücadelelerini “İslam” üzerinden okumak, dinin tercih ettiği bir yöntem olamaz. Ayrıca İslam toplumlarındaki tarihsel tecrübeler göstermiştir ki yönetim meselesini “İslami esaslar” alanına taşımak, bugüne kadar Müslümanların dünyaya sunabilecekleri örnek bir devlet modeli oluşturmalarını sağlamadığı gibi totaliter yönetimlerin işbaşına gelmesini de engelleyememiştir.
Bir anayasa illüzyonuyla toplumu efsunlamaya çalışanlar bilmeli ki, sırf 50+1’i sağlamak uğruna işportacı mantığı ile din üzerinden siyasi rant hesapları yapmak siyaset için de, toplum için de hayırlı sonuçlar üretmeyecektir.