Fransızların ‘akıl dışı bir çağda sivri dilli yeteneği’ olarak tanımlanan ve aynı zamanda bir reklamcı olan romancısı Frederic Beigbeder, günlüklerini topladığı ‘Romantik egoist’ adlı kitabındaki günlüklerinden birinde diyor ki: “En büyük romancılar, yerlerini yurtlarını terk etmeye cesaret edenler. Londra’daki Trinidadlı, Bagnolet’teki Çinli. Ama Naipaul da Xingjian da dilini değiştirmedi. Nabokov, Kurdera, Joseph Conrad çok daha fazlasını yaptılar. Ana dillerinden vazgeçerek yeni bir ülkeyi vatan edindiler: Edebiyatı.”
Elbette vatanımızdan vazgeçmeyelim ama, edebiyatın o muhteşem ülkesini keşfetmeyi deneyebiliriz.
Hayatınızda öyle anlar olur ki yaşadığınız toplumdaki olup bitenlerden, dünyanın gidişatından kederlere kapılırsınız ama niçin hüzünlendiğinizin farkında bile olmazsınız. Tıpkı Heinrich Heine’nin o ünlü dizesinde olduğu gibi: “Bu kadar üzgün olmamın ne anlama gelmesi gerektiğini bilmiyorum.”
Herhalde kendi kişisel hayatımızın kısa bir tarihini çıkarmaya kalksak, yaşanan bunca acının ve hüznün ne anlam ifade ettiğini belki de hiçbir zaman çözemeyiz. İşte böyle anlarda şiir ülkesinde uzun bir yolculuğa çıkmak, ‘Varlık’ ikliminin kapısında çaresizliğimize çare aramak iyi gelir...
Mesela hiç zaman kaybetmeden hemen bugün içinizde bir yolculuğa çıkın, televizyonlarınızı kapatın, gazeteleri unutun, Trump’ın çılgınlıklarını bir günlüğüne görmezden gelin, Putin’in diktatörlük oyunlarına kulaklarınızı tıkayın, ülke içindeki siyaset panayırına kısacık bir ara verin ve bol bol şiir okuyun, müzik dinleyin. İnanın pazartesi sabahına müthiş bir zihinsel zenginlikle uyanacaksınız.
***
Kendimi en iyi hissettiğim anlar; bir uçağın penceresinden o muhteşem beyaz bulut denizini seyrederek müzik dinleyip şiir okuduğum zamanlardır. Hele de Türkçenin büyük şairi Yahya Kemal’in “Kendi Gök Kubbemiz”i yanımdaysa bu yolculuk bir lisan, musiki ve mimari şölenine dönüşecek demektir.
Eski şiirde bir Yunus Emre Türkçesi, Nevai Türkçesi olduğunun altını çizen Nihad Sami Banarlı, ‘lisanımızın büyük fırtınalar geçirdiği bir çağda’ Yahya Kemal’in “Türkçenin sesine, mimarisine, ruhuna ve dehasına sadık kalmak yoluyla bu lisanı kendi devrinin şahikasına ulaştırmıştır. Şâir, Türkçenin Türkiye topraklarındaki güzelleşmesi târihini adım adım takip ederek, milletimizin asırlar boyunca bu lisâna verdiği güzellikteki sırları araştırmış, bulmuş ve onu terennüm etmiştir” der.
Yahya Kemal’in ‘Rindlerin ölümü’ şiirini okurken Türkçenin o muhteşem ikliminin zirvelerinde dolaşırsınız.
/Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter./
Bir medeniyetin yıkılışını ve kültürümüzün köklerinden koparıldığını gören Yahya Kemal, şiirinde hep bir fetih rüyası görmüştür. Sezai Karakoç’un o meşhur şiirinde olduğu gibi:
/-ha Yahya Kemal;
Bozgunda bir fetih düşü.
Şimdi ben bozgunu yaşayan bir ulus gibi
Bozgununu yaşayan ulusum gibi
Gömülüyorum yabancı bir geceye./