"Burada olmanı ne kadar çok isterdim.
Biz sadece yıllar yılı bir akvaryumda yüzen iki kayıp ruhuz
Aynı yerlerden geçerek ne bulduk?
Hep o bildik korkuları
Keşke burada olsaydın…”
Yukarıdaki dizeler, duygusal ağırlığın adeta kalp atışlarımızı zorladığı Pink Floyd’un en iyi parçalarından biri olarak tanımlanan “Wish You Were Here” şarkısından alınmıştır.
Malum hepimizi yasa boğan büyük deprem felaketinin ardından başta Antakya olmak üzere 11 ilimiz neredeyse hayalet şehirler haline geldi. Bu felakette yaşanan acıların, hüzünlerin izi hepimizin hafızalarından yıllarca silinmeyecek. Ama esas kardeşlerini, çocuklarını, anne-babalarını, yakınlarını, dostlarını kaybedenlerin acısını tarif etmede kelimeler yetersiz kalacak…
Ne zaman depremle ilgili yüreğime dokunan haberleri, hikayeleri okusam adeta kendimden kaçıyorum, hüzünleri durduramadıkça da şarkılara, şiirlere sığınıyorum.
Yeşil Gazete’de V. Victor Mori’nin yazısındaki şu satırları okurken içimde tarifi imkansız depremler yaşıyorum: “Birçok kişi şehri terk ederken, sağlam kalan tek tük dükkan da kepenklerini açmıyordu. Ama bir kişi, Antakya’nın ikonik karakterlerinden antikacı Serkan Sincan,’Biz hiçbir yere gitmiyoruz’ dercesine, antikalarını dükkanın önüne çıkarmış, deprem tozlarını eşyaların üstünden silkelerken, kasetçalarından da Pink Floyd’un ‘Wish You Were Here’i hüzünlü ve boş caddede yankılanıyordu.
Ekonomist’in muhabiri Piotr Zalewski bu anları görüntüleyip twitter’da paylaşınca, video sadece bir günde 2,5 milyon kişi tarafından görüntülendi.”
Rock müziğin efsane grubu Pink Floyd’un kurucusu Roger Waters’i “The Wall” turnesi kapsamında ilk kez 2013 yılında İstanbul’daki konserinde dinlemiştim. Hepimizi heyecanın ve hüznün doruklarına taşıyan “Wish You Where Here” şarkısını hep bir ağızdan söylemiştik, coşkulu ama bir o kadar da hüzünlü bir geceydi…
David Gilmour ve Roger Waters’ın birlikte tamamladıkları şarkılardan biri olan “Wish You Were Here”, birçoğumuzun zaman zaman yaşadığı ama bir türlü itiraf edemediği ‘hayata tutunma bağlarımızın pamuk ipliğine bağlı’ olduğu anların hikayesi gibidir sanki… Şarkının esas ilham kaynağı ise şizofreni ile mücadele eden Syd Barrett’tır.
Şimdi bu şarkıyı yeniden dinlerken felaketin yarattığı “tanımlanamaz ve kaçınılmaz” acıyı tekrar tekrar yaşıyor gibiyim. Hele de “Shine on you crazy diamond” şarkısının kalbimize bir güneş gibi doğan şu dizeleriyle…
/Hatırla genç olduğun günleri,
hani güneş gibi parladığın
Parılda Çılgın Elmas/
Hayatın sıradanlığı içinde bazen dinlediğimiz şarkıların ne anlam ifade ettiğini, nasıl bir hikayesi olduğunu ya da ne tür bir ruh haline tekabül ettiğinin ayırdına varmadan öylesine dinleyip geçiveririz… Ama bir gün öyle şeyler yaşarız ki biz arayıp bulmasak da şarkılar bizi bulur, kalbimizden vurur…
Deprem felaketinin yasıyla yıkıldığımız şu günlerde Pink Floyd’un “Wish You Were Here” şarkısı kalbimizi tamir etmek üzere sorgusuz-sualsiz kapımızı çalıyor. Çoğu zaman acıları terk etmek istemeyiz, hatta her sabah ’hiçbir yere gitmemek’ üzere ant içeriz, ama yine de birileri elimizden tutup açık havaya, özgürlüğe çıkarsa diye dua ederiz. Dudaklarımızda hep o şarkı olur Wish You Were Here…
Pink Floyd albümlerinin diğer müzik gruplarının albümlerine benzemezliğini seviyorum. Her biri başlı başına bir sanat eseri niteliğindedir. Şarkılar birbirinden ayrılıp farklı parçalar oluşturmaz. Hepsi bir bütündür ve bir aradadır. Bir şarkı bittiğinde diğer şarkıya geçiş birleşik olur, sanki tüm albüm tek bir şarkı gibidir. Bu yüzden ışıkları kapatıp Wish You Were Here ya da Dark Side Of The Moon’ı dinlemeye başladığınızda sadece müzik dinlemezsiniz, hayatın gerçeklerinden uzaklaşıp kendinize ait özel anlar yaratırsınız…