Son dönemde Türkiye’de olup bitenler karşısında karamsarlığa kapılıp tedirgin olmamak mümkün değil. Zira öylesine akıl dışı ve vicdanlara ağır gelen cehalet ötesi örneklerle karşılaşıyoruz ki içimiz acıyor ama sadece uzaktan seyrediyoruz, bu durumda tek yapabileceğimiz akıl sağlımızı korumak…
Bir Rönesans yazarı olan Erasmus’un “Deliliğe Övgü” kitabını eminim herkes bilir. Erasmus’un, dostu Thomas More’uya adadığı bu kitapta delilik, kendi kendisine övgüler düzer. Kısacası çocuklukta, yaşlılıkta, aşkta, evlilikte, dostlukta, politikada ve savaşta deliliğin her zaman hayatın bütün alanlarına nasıl egemen olduğu anlatılır.
Özellikle sanatsal bağlamda ‘delirmiş’ karakterler bu dünyada farklı bir bakışı, unutulmuş bir masumiyeti, çoğu zaman kimsenin cesaret edemediği siyasi bir haykırışı, hatta akla meydan okuyan estetik bir varoluşun sesini temsil ederler.
Hemen ifade etmek gerekiyor ki bizim bugün yaşadığımız ‘delirmişlik’ halinin, yazarların, sanatçıların sözünü ettiği ‘delilik’le çok da örtüştüğünü söylemek ne yazık ki pek mümkün değil.
Çünkü biz başka bir delirmişlik hali yaşıyoruz, artık hiçbir insani ve ahlaki ilke bize işlemiyor. Her ne kadar bazıları ‘ekonomik buhran’ ifadesinden pek hoşlanmasa da, ne yazık ki kelimenin tam anlamıyla ekonomik bir buhran yaşıyoruz. Doğal olarak bu buhran hem bireylerin günlük yaşayışında, hem de toplumsal hayatta büyük yıkımlara yol açıyor.
En vahimi de yıkımın müsebbibi olanların “acaba nerede yanlış yaptık” diyerek muhasebe yapmak yerine, bütün sorumluluğu ’dış düşmanlar’a havale ederek her zaman olduğu gibi “vatan-bayrak” şarkıları söylemeye devam etmeleridir.
Düşünün ki 128 milyar doların kime nasıl satıldığını henüz izah edememiş, sırf bir fantezi uğruna doları çıldırtıp Türk parasının değerini düşürerek halkı yoksulluğa mahkum eden iktidarın bir kadın milletvekili bütçe görüşmeleri sırasında akıllara ziyan şöyle bir konuşma yapabiliyor: “Başaramayacaksınız. Milletimizi bölemeyeceksiniz. Bayrağımızı indiremeyeceksiniz. Vatanımızı parçalayamayacaksınız. Devletimizi yıkamayacaksınız. Ezanlarımızı susturamayacaksınız. Bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz. Bu halka boyunduruk vuramayacaksınız.”
Aslında akıl sağlığımız açısından, böyle bir hezeyan haline gülüp geçmek gerekiyor. Ancak bu bireysel bir çılgınlık değil ki, keşke öyle olsa… İnsanların yoksulluktan, özgürlük fukaralığından, hukuksuzluktan nefes alamaz hale geldiği bir ortamda neredeyse iktidarın hemen bütün bileşenleri bu hale itiraz eden, konuşan herkesi ‘dış düşman’ kategorisinde değerlendirerek müthiş bir korku iklimi yaratıyorlar.
Eğer sorumluluk makamında bulunanların vicdanlarında birazcık olsun hala hakkaniyet kırıntısı kalmışsa sormak gerekiyor; kimdir bu vatanı bölmek isteyenler?
Eğer ezanı susturmak, bayrağı indirmek isteyenleri biliyorsanız anlatın onları bize…
Hatırlatalım iktidar şikayet makamı değildir, dolayısıyla devlet ezanı susturup bayrağı indirmek isteyenleri bulur ve yargı önüne çıkararak gereğini yapar.
Maalesef bütün başarı hikayelerini kaybeden AK Parti iktidarı, toplumda yeni bir umut yaratacak, insanların yarınına ilişkin beklentilerini tazeleyecek icraatlar yapmak yerine mektepli, okumuş-yazmış insanları bile hayali düşmanlara inandırarak zihinlerde büyük bir travma yaratıyor.
Nasıl bir akıl, “Ülke olarak savaştayız, dış ve iç düşmanlar memleketimize saldırıyor, biz dünyanın yükselen gücüyüz, düşmanları kovacağız ve yeni bir dünya kuracağız” benzeri safsatalara inanarak yeni dünya hayalleri kurabilir…
Kuşkusuz bu konuda en dramatik olan da bu safsatalara en çok dindar insanların inanması… Düşünün ki “Nas var, nas” diyerek görüntüdeki faizi yüzde 14’e düşürüyoruz, ama Hazine tahvile yüzde 22 faiz veriyor. Ne hikmetse ‘Nas’ yüksek faizle pek ilgilenmiyor.
Ne yazık ki İslami bilimler alanında yetkin isimler ya da aklı başında dindarlar çıkıp iktidara, “Yıllarca faiz lobileri diye meydan okuduğunuz Amerika’da faizler 0-0,25 arasında, Avrupa’da ise sıfır düzeyinde. Oysa bizde Hazine’nin borçlanma faizi yüzde 22, bu durumda iktidarımız faiz lobisiyle mi çalışıyor?” diye sorma cesaretini gösteremiyor.
Kimileri içinden geçmekte olduğumuz dönemi olumlayacak argümanlar üretebilirler, bir kurtuluş savaşı verdiğimizi de söyleyebilirler, ama her gün hayatımıza dokunan çıldırmışlıkların akılla izahını asla yapamazlar.