Yalan söylemenin neredeyse meziyet haline geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Siyasetçisinden akademisyenine ve sokaktaki tek tek bireylere kadar hemen herkes kendine, ailesine, komşusuna ve de bütün topluma yalan söylüyor.
Günümüz Türkiye’sinde ‘yalan’ öylesine sıradan bir olay haline gelmiş bulunuyor ki herkes her şeyi bildiği halde, sanki yalansız ifade edilen her şeyin ‘yalan’ olduğu gibi bir algı oluşmuş bulunuyor. Esas vahim olansa, herkesin yalanı bildiği halde ‘yalan’da ısrar etmesidir.
Bu çerçevede ünlü Rus romancı Alexandr Solzhenitsyn’in şu sözlerini tekrar hatırlamakta yarar var:
“Yalan söylediklerini biliyoruz
Yalan söylediklerini biliyorlar
Yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar
Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz
Ama hâlâ yalan söylüyorlar.”
Aldatma, hile ve yalan gibi kavramların hem İslami literatürde hem bütün dinlerde hem de çağdaş metinlerde ‘kötülük’ olarak tanımlandığını biliyoruz.
Kur’an’da yalancılar çok net bir ifadeyle ‘kötülük simgesi’ olarak tanımlanmaktadır. “Yalan ve iftirâyı meslek hâline getiren ve günaha düşkün olan herkesin vay hâline!” (Casiye/ 7. Ayet)
Çıkar ve arzuları perdelemenin en kestirme yolu olan yalan, insanın benliğini bütünüyle kapladığında doğru değerlendirmenin mihengi durumundaki vicdanı örter ve insani olanla bütün bağlarını kopartır. İşte bu noktadan sonra insan, bütün ahlaki sınırları aşarak kendini ve toplumu kandırmakta artık hiçbir beis görmez.
Değerli şair Hilmi Yavuz, Fransız romancı Sartre’ın kendini aldatma ve yalanla ilgili görüşünü şöyle özetliyor: “Kendini aldatma, bilincin kendi olumsuzlamasını dışa yöneltmek yerine, kendine doğru yöneltmesidir. Kendini aldatma, bir olumsuzlama olması yönünden yalana benzer. Yalancı, yalan söylerken gizlediği, söylemediği doğrunun ne olduğunu bilir. Bir insan, bilmediği bir şey hakkında yalan söyleyemez, bu olanaksızdır. Yalancı, doğruyu kendi içinde evetleyen, sözlerinde değilleyen kişidir. Yalancı aldatmaya niyetlenmiştir ve bu niyetini kendinden gizleme gereğini duymaz.” (Felsefe Yazıları, s.105-110)
Evet yalan söylediklerini, herkesin bildiğini bildikleri halde niyetlerini asla gizleme gereği duymazlar.
Mesela iktidar ve ortakları son on yıldır bütün muhalefet partilerini, iktidarın uygulamalarına itiraz eden ve eleştiren herkesi ya ‘terörist’ ya da ‘terör destekçisi’ olarak ilan etti. Bu çok açık bir iftira ve yalandı ama bu yalanı herkesin bildiğini bildikleri halde bile bile yalan söylemeye devam ettiler.
Sonunda devran döndü ve bu yalanın mucitleri terörün başını Meclis’te konuşmaya davet ettiler. Meğer on yıl boyunca yalan söylediklerini biliyorlarmış, bu yüzden de Kandil’in patronunu Meclis’e davet etmekte bir beis görmediler.
Yoksa bu da mı bir yalandı?
Belki önümüzdeki günlerde, bu davetin de bir yalan olduğunu öğreniriz…
Türkiye’nin savunma sanayiinde en değerli kurumu TUSAŞ’a teröristler saldırdı ve o gün gördük ki bu konuda ciddi bir istihbarat zaafı var. Meğer “teröristlerin ayakkabı numaralarını bile biliyoruz” açıklamaları da bir yalanmış…
Yıllarca ‘ekonomimiz şahlanıyor, Avrupa bizi kıskanıyor’ diye hava atarken bir taraftan da TUİK ‘enflasyon düşüyor’ yalanını söylemeye devam etti ve sonra anladık ki enflasyon cebimizden para çalıyormuş ama onlar yine de yalan söylemeye devam ettiler.
Her gün “Gazze’de şehit olan çocuklara borcumuz var, onlar için canımız feda…” benzeri ucuz sloganların peşinde koşanların yalan söylediklerini biliyorduk. Çünkü, 21. Yüzyılın Hitler’i Gazze’de çocukları katlederken, İsrail’e malzeme taşıyan gemilere en küçük bir itirazda bulunmadılar, itiraz edenleri de yalancılıkla suçladılar, kafalarını kırdılar. Ama bu arada gözlerimizin içine baka baka yalan söylediklerini bildiğimizi bildikleri halde yalan söylemeye devam ettiler.
Hayatları sistematik yalana ayarlı öyle bir zihniyetle karşı karşıyayız ki yargı üzerinde ‘siyasi vesayet’ oluşturarak adaletin terazisini bozdular ama bir taraftan da ‘devletin dini adalettir’ diyerek yalan söylemeye devam ettiler.
Evet ‘Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz
ama hâlâ yalan söylüyorlar.’