Mevsimler insanların fiziki dünyalarında olduğu kadar, ruh dünyalarında da derin izler bırakır. Sonbaharda güneş ışınlarının azalmasıyla birlikte depresif duyguların ortaya çıkması yaygın bir kanaattir.. Uzmanlar bu artışın, karanlık nedeniyle beyindeki ‘melatonin’ hormonunun daha çok salgılanmasına bağlıyorlar.
***
İşin tıbbi boyutu bir tarafa, ben her yıl yazın veda edişini hüzünle izleyenlerdenim. Çünkü hemen arkasından sonbahar geliyor, elbette sonbaharla bir alıp veremediğim yok, ama arkasından kış gelmese...
Her yıl olduğu gibi bu kez de sonbaharı Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiiriyle karşılıyorum:
/Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa.../
Galiba insanlar biraz da mevsimlerin özelliğine göre farklı duygulanımlar içinde oluyorlar. Benim gibi Sonbaharda Yahya Kemal’le başlayıp Rock müziğinin efsane ismi David Bowie’nin “The Nex Day” albümüyle devam etmeleri bundan olsa gerek...
“The Next Day” albümünde Bowie tüm kariyeri boyunca olduğu gibi yine toplum hakkında derin gözlemler yapmayı sürdürmüş. Şarkılarında ölüm, yaşadığımız dünyanın acı gerçekleri, savaşlar, silahlar, sona eren iktidarlar, biten ilişkiler, insanoğlunun zayıflıkları, paranoya, yalnızlık, tutku ve aşk var.
Albümdeki “You Feel So Lonely You Could Die”da ise Bowie’nin yalnızlığa dair sözleri söylerken sesiyle birlikte ruhu da titriyor sanki. “Kapıyı kapamadan önce seni net bir şekilde görmek istiyorum. Bir direkten sallanan ceset olarak görebiliyorum seni. Düşüşünü görebiliyorum, odanda inlediğini görüyorum” derken ruhunun adeta şiddetle savrulduğunu hissettiriyor.
Kuşkusuz tüm zamanların en iyi Bowie şarkısı “love ıs Lost.” “Love Is Lost”, kaybolan aşkın arkasından duyulan hüzün ve öfke karışımını kusursuz bir şekilde yansıtıyor.
Rock müziğinin tüm zamanlarda böylesine ön planda olmasının ve özellikle de genç zihinlerde müthiş bir rüzgar estirmesinin temelinde, bu müziğin ortaya çıktığı 1960’ların fırtınalı yılların büyük payı olduğu kanaatindeyim.
Bilindiği gibi 1960’ların sonu dünyada; gençlerin-protestçilerin, dünyanın birçok ülkesindeki fırtınalı olaylar ve ABD’nin Vietnam’ı savaşa sürüklemesi ve ağır kayıplar verilmesi sonucu gösterdikleri başkaldırının en üst düzeye eriştiği yıllar olmuştur. 1967 yılında Scott McKanzie adlı genç bir şarkıcı şöyle sesleniyordu:
“Eğer San Francisco’ya gidiyorsan,
Mutlaka çiçek tak saçlarına…”
***
‘If You’re Going To SF’ isimli bu şarkı; herkesi, saçlarına çiçek takarak dans etmeye ve bütün sokaklara çiçek atmaya çağırıyordu. Çünkü altmışların ateşli, dinamik ve politik genç kuşağı, düşünsel ihtiyaçlarını karşılama işlevi bekliyordu müzikten.
Yazıya Yahya Kemal’le başlayıp David Bowie ile devam etmemi yadırgayanlar olabilir biliyorum ama, ne yapalım sonbahar işte... İnsan bazen duygularını kontrol edemiyor ve gönlünü şarkılara kaptırıp uzaklara gidiveriyor...