Türkiye son dönemde ağır bir vesayet atmosferiyle malul durumda. 28 Şubat dönemiyle genetik bir akrabalığa doğru giden bu yeni vesayet dönemi Türkiye’yi giderek demokratik dünyadan kopardığı gibi, içerideki bir takım vesayet özlemcilerini de cesaretlendirmiş bulunuyor.
103 emekli amiralin tatsız Montrö bildirisi iktidar ve muhalefetin sert tepkisine yol açtı. Elbette emekli askerler de Montrö ile ilgili görüşlerini açıklayabilirler, ancak bu emekli amirallerin organize hareketi gibi algılanacak bir sunumla yapılırsa, özellikle siyasi çevrelerde darbe çağrışımları yapması kaçınılmazdır. Her ne kadar emeklilerin fiili olarak darbe yapmaları mümkün değilse de, düşünsel planda böyle bir çağrışıma yol açması bile nahoş bir durum. Emekli amiraller farkında mıdır bilemem ama bu münasebetsiz bildirileriyle, vesayetçi Cumhur İttifakı’na üzerinde tepinsin diye müthiş bir ödül vermiş bulunuyor.
Ancak neden durup dururken böylesine tatsızlıklarla karşılaştığımızın arka planına bakmakta da yarar var. Hemen belirtelim, Türkiye özellikle son dönemde fiili bir “vesayet” dönemi yaşıyor. Son 4-5 yıla bakıldığında bu konuda sayısız örnek bulunabilir, ancak çok geriye gitmeye hiç gerek yok. Daha geçen hafta parlamentoda “güvenlik soruşturması” ile ilgili yasa teklifinin görüşülmesi sırasında yaşananlar nasıl bir vesayet atmosferi içinde olduğumuzun en bariz göstergesidir.
Herkesin bildiği gibi olay şu; Meclis’te yapılan oylamada yasa teklifi muhalefetin oylarıyla reddediliyor. Yani iktidar, teklifin Meclis’te görüşülmesi için yeterli sayıyı bulamıyor. Ve sonuç olarak reddedilen teklifin bir yıl süreyle parlamentoya gelme ihtimali ortadan kalkıyor.
Ama sonunda “göklerden bir karar geliyor”, anayasa ve iç tüzük hiçe sayılarak yasa teklifi yeniden gündeme alınıyor, işte bunun adına ‘vesayet’ düzeni denir.
Anayasamızdaki açık hükümlere rağmen AYM ve AİHM’nin kararlarına meydan okuyarak bu kararları tanımadığını ilan etmenin açık anlamı, fiili bir “vesayet” düzeni oluşturmaktır.
MHP lideri Devlet Bahçeli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na talimat gibi çağrıda bulunarak HDP’nin derhal kapatılması için dava açılmasını işitiyor. Ve başsavcı gece-gündüz çalışarak MHP’nin büyük kongresinden bir gün önce iddianameyi Anayasa Mahkemesi’ne teslim ediyor. Eğer bu tavır yargı üzerinden bir “vesayet gölgesi” algısına yol açarsa kimse şaşırmasın…
Ve işte “vesayet”in zirve notası… MHP lideri Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi derhal kapatılsın” talimatı veriyor. Kuşkusuz bu, vesayetten öte Anayasal düzenin temelini yıkmaya yönelik en tehlikeli girişim.
Kuşkusuz Türkiye’nin fiili anlamda ağır bir “vesayet düzeni” içinde yaşıyor olması, emekli amirallerin ömürlerinin son demlerinde herhangi bir darbe tehlikesi oluşturmasa da, vesayet algısı oluşturabilecek bir organizasyon görüntüsü içinde olmaları kabul edilemez. Ama iktidar cenahının, bu olayı köpürterek “acaba buradan bir darbe korkusu üretebilir miyiz” aceleciliğinin de, çaresizlikten öte bir anlam ifade etmediğinin altını özellikle çizmek gerekiyor. İktidar geçmişte de benzer köpürtmeleri denedi, ama ömrü bir hafta bile sürmedi.
Hatırlatalım, bugüne kadar hiçbir iktidar milletin ekmek ve aş derdini bu tür yapay gündemlerle örtmeyi başaramadı, dolayısıyla bu işlerle boşuna uğraşmanın kimseye faydası yok.
Maalesef siyasi tarihimizde yaşadığımız tecrübeler de gösteriyor ki bu ülkenin siyasetçileri de, askerleri de “vesayet” ve “darbe” konularında yeterli hassasiyete sahip değiller. Çünkü her kesim kendi vesayetinin makbul olduğu kanaatine sahip. Mesela AK Parti yıllarca askeri ve yargısal vesayete karşı mücadele etti, ama bugün bizzat kendisi demokrasiye rağmen yeni bir vesayet düzeni oluşturmuş bulunuyor. Yani şimdi “lacivert renkli vesayet” daha makbuldür mü diyeceğiz?
Kimse kusura bakmasın, eğer çok haklı olarak askeri vesayetin ve darbe özlemlerinin kötü olduğunu söyleyip, seçilmişlerin anayasal düzene rağmen oluşturdukları “vesayet düzeni”ni görmezden gelmeye devam edersek, bilelim ki bu tavır merdiven altı vesayet özlemcilerinin heveslerini teşvik etmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir.