Ahlaki değerlerin neredeyse hiçbir anlam ifade etmediği garip bir toplumsal ruhu hali yaşıyoruz. En son Başak Demirtaş’a Twitter üzerinden gerçekleştirilen ahlak dışı çirkin saldırı, en küçük insani bir değer taşıyan herkesin yüreğini sızlatacak bir örnek.
Böylesi bir kaba cinsel saldırıya kim maruz kalırsa kalsın, anında bütün insanların karşı çıkması gereken bir olay. Ama gelin görün ki bu tür bir çirkinliği kınarken bile ideolojik kimliklere ve mahalle korumacılığına atıf yapmadan adam gibi bir kınamayı beceremiyoruz.
Aslında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, bu ahlaksızlığa karşı son derece net bir tavır ortaya koymuş ve şöyle demişti: “Başak Demirtaş’a yönelik çirkin paylaşımı kınıyor, bu ahlaksız ve tahkir edici eylemi en ağır şekilde lanetliyorum. Bir insanın onuru, iffet ve haysiyeti her şeyin üzerindedir. Hukuk, bu terbiyesiz ve provokatif sözlere karşı gereğini yapacaktır.” Aynı şekilde AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı da “Siyasi eleştiriye evet, fakat ahlaksızlığa hayır” ifadelerini kullanarak yüreğimize su serpmişti.
Ancak sonrasında AK Parti mahallesinden yükselen “Ama muhalefet çevrelerinden Erdoğan ve ailesine yönelik ahlak dışı hakaretler de var” şeklindeki sesler meseleyi başka bir mecraya çekerek Adalet Bakanı’nın tepkisini bile itibarsızlaştıran bir fotoğraf ortaya çıkardı. Oysa “kötü örnek örnek olmaz”, eğer bir şey kötüyse herkes için kötüdür. Tayyip Erdoğan ve ailesine yönelik küfür ne kadar ahlaksızca ve kabul edilemezse, Başak Demirtaş’a ve başkalarına yapılan küfür de aynı şekilde ahlaksızlıktır.
Önemli olan, hangi dönemde, hangi şartlarda olursa olsun kötülüğe karşı aynı kararlı duruşu ve erdemli tavrı gösterebilmektir. Aksi tekdirde “ama onlar da bizim mahalleye taş atmışlardı” anlayışı, herkesin kendi mahallesindeki kötülüğü mazur göstermeye varır ki bunu ne insani, ne de İslami ahlakla bağdaştırmak mümkün olmaz.
Maalesef bu ülkede farklı kesimler, kendilerine yapılan haksızlıklar konusunda duyarlı olduğu kadar başkalarının haklarına duyarlı olamıyorlar.
Bu yüzden şehit cenazesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırıldığında, birileri çıkıp “Kardeşim sen de gittiğin yere dikkat edeceksin” diyerek kötülüğü alkışlamakta bir beis görmemektedirler.
Bu yüzden bazıları geçtiğimiz günlerde olduğu gibi bazı kadın yazarlara ve bugün Başak Demirtaş’a ahlaksız saldırıda bulunmayı kendileri için bir hak olarak görebilmektedirler.
Bu yüzden karşı mahallenin kıyısına köşesine sığınan sol görünümlü kimi ucuz kabadayılar Tayyip Erdoğan ve ailesine hakaret etmeyi maharet sayabilmektedirler.
Talihsizlik o ki her mahallenin eli kalem tutan insanlarının, siyasetçilerinin, akil insanlarının kendi mahallelerinin küfürbazlarına karşı seslerini yükseltememeleridir. Özellikle de medyada küfürbazlara karşı sergilenen suskunluk düşündürücüdür. Hemen hatırlatalım, ahlaklı olmayı savunmak eziklik değildir.
Unutmayalım ki Hz. Peygamberin “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” sözü, sadece süslü bir cümleden ibaret değildir. Önemli olan ahlaki değerleri içselleştirip tek başımıza olduğumuzda bile aynı ahlaki duyarlığı sergileyebilmektir. Yoksa her gün ahlaktan bahsedip, insanların haysiyetine namusuna dil uzatanlara karşı suskun kalmak ikiyüzlülüktür.
Biliyorum ki birileri, bu kadar açık ve net bir tavra rağmen “Bu tür yorumları neden hep muhafazakarlar üzerinden yapıyorsunuz, biraz da karşı cenahın küfürlerini eleştirin” itirazında bulunmaya devam edeceklerdir. Hemen belirtelim, ahlaki tavır takınmak zamana ve iktidarlara göre değişmez, değişmemelidir de... En azından kendi açımdan söylemem gerekirse, dün hangi ahlaki ilkelerle hareket ediyorsam bugün de aynı ilkeli duruş içinde olduğumu belirtmem gerekiyor. Mesela 2014 yılında Akşam gazetesinde yazdığım bir yazıda “Hiçbir ahlaki değer tanımadan Başbakan’a, ailesine küfreden, millete hakaret eden ağzı bozukların ahlaksızlığını teşhir etmeliyiz” ifadelerini kullanmıştım. Dolayısıyla dün nerede duruyorsam, bugün de aynı ahlaki ilkeler temelinde duruyorum.
Bu yüzden diyorum ki, gelin bütün küfürbazları önce kendi mahallelerimizden atalım ki başka mahallelerin küfürbazlarına söyleyecek sözümüz olsun.