Şehir Üniversitesi’ne el konulmasının ardından, yıllarca bilim ve sanata emek vermiş, üniversite öğrencilerine burslarla destek olmuş Bilim Sanat Vakfı’na el konulması, AK Parti iktidarının talihsiz bir uygulaması olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Maalesef bizim iktidarımız döneminde 28 Şubat’ı hatırlatan bir manzara ile karşı karşıyayız. O günlerde üniformalı toplum mühendislerine karşı adeta haykıran yazılar yazmış, yasaklara karşı özgürlükleri savunmuştuk. Bugün AK Parti’yi yönetenler de aynı özgürlük şarkısını söylemişlerdi. Ama nereden bilebilirdik ki gün gelecek geçmişte yasaklara karşı direnenler, iktidar olduklarında canımızı yakan benzer kararların altına imza atacaklar...
Ama oldu işte, yıllarca “şanlı tarih” masalları anlattık, “vakıf medeniyeti” söylemleriyle yeri göğü inlettik ve sonunda her vesileyle övündüğümüz Osmanlı’nın, kılına bile dokunmadığı vakıflara dokunmak bize nasip oldu!..
Epey bir süredir yargıda işlerin hukukun üstünlüğünü dikkate alan bir hassasiyette gitmediğini, ifade özgürlüğü konusunda derin sorunlar yaşandığını, akademik özgürlüklerin kan kaybettiğini biliyoruz. Hatta sivil toplum örgütlerinin giderek devletin bir kenar süsü haline dönüştürüldüğünü de görüyoruz.
Ama öyle anlaşılıyor ki devlet aygıtı, bütün sivil alanları tek elde toplayan yeni bir evreye geçmiş bulunuyor. Bilim Sanat Vakfı’na el konulmasından sonra, bütün sivil toplum kuruluşları, sivil vakıflar devletleştirilirse artık şaşırmamak gerekiyor.
Eğer bir toplumda devlete kutsallık ve dokunulmazlık zırhı giydirilmeye başlanmışsa, bütün kültürel ve sivil faaliyetleri kontrol altına almak için devletin toplum mühendisliği yapması da caiz demektir. Bütün bunları gerçekleştirmek için gerekçe üretmeye müsait en güçlü argüman da hiç kuşkusuz devletin bekasıdır.
Devlet gerekli gördüğü her durumda kırmızı çizgiyi çekebilir, halkın düşüncelerini belirleyip yönlendirebilir ve ‘devletin bekası’ için tehlike arzettiği gerekçesiyle farklı düşünen, resmi söylemle çelişen sivil vakıfları, dernekleri devletleştirebilir. Tıpkı Bilim Sanat Vakfı örneğinde olduğu gibi...
Oysa modern demokratik sistemlerde devlet ve toplum iki ayrı varlıktır. Sivil faaliyetler devlet eliyle yapılacak işler değildir, devlet sadece toplumda geçerli olan kültürel değerlere tabi olur ve sivil alanın korunmasını sağlar. Hiçbir şekilde toplum mühendisliği yapma ve sivil kültürel faaliyetleri kontrol etme yetkisine sahip değildir. Çünkü sadece otoriter devlet yapıları, toplum mühendisliği yapma iddiasında bulunabilirler.
Bilim Sanat Vakfı’na el konulmasıyla birlikte artık bundan sonra farklı düşünen, bilim, sanat ve kültürel alanda faaliyette bulunmalarının doğal bir sonucu olarak iktidarla el ele yürümeyi tercih etmeyen sivil vakıflara, derneklere el konulmasının önü sonuna dek açılmış bulunuyor. Bu demektir ki, iktidar bundan böyle çalışmalarından memnun olmadığı, eleştirel düşüncenin odağı olarak gördüğü bütün sivil kuruluşları denetleyip gerekirse onlara faaliyet takvimi dikte edebilecektir. Muhtemelen, hizaya getiremediği kuruluşlara da ibreti alem için el koyarak devletin ‘mutlak’ gücünü gösterecektir.
Ancak daha da dramatik olanı, iktidarın bu icraatıyla gelecek iktidarlar için de kötü bir gelenek oluşturmuş olmasıdır. Yani bundan böyle iktidarlar rahatlıkla vakıflara el koyabilirler.
Bütün bunlar olup biterken esas talihsizlik, geçmişte kendilerine yapılan hukuksuzluklar konusunda seslerini yükselten ENSAR, Birlik Vakfı ve İlim Yayma gibi sivil kuruluşlarının sessizliğe gömülmüş olmalarıdır. Anlaşılan başkalarına yapılan hukuksuzluklar onları pek ilgilendirmiyor. Bu arada ÖNDER, Mazlumder, İHH, Özgürder, Yedi Hilal, İlke ve Akabe gibi sivil toplum kuruluşlarının hakkaniyetli tavırlarının takdire şayan olduğunun altını çizmek gerekiyor. Unutmayalım, bugün hukuksuzluklar karşısında susanlar, yarın kendileri aynı hukuksuzluğa maruz kaldıklarında etraflarında kimseyi bulamayacaklardır...