Şu günlerde gazeteci dostum Sedat Ergin’in gönderdiği, Mutlu Torun ve Enver Mete Aslan’ın Ud’la icra ettikleri “İnatçı Gölgeler/Koşuşturmalar” bestesini dinliyorum, tek kelimeyle müthiş… Kadim Türk musikisinin rüzgarıyla koşar adım yeni bir dünyaya gidiyorum sanki… Bir bakıma yeniliğin sesi olan bu müzikle bir taraftan kendi kültürel derinliğimizden beslenen şiirin iç denizinde yolculuğa çıkarken, bir taraftan da evrensel kültür havzalarına açılan bir müziğin esintilerini yaşıyoruz.
Ama bu rüzgar, bilinen o klasik Türk musikisinin rüzgarından çok farklı bir melodik zenginliğe götürüyor bizi. Bu iki usta sanatçı Türk musikisinin derin denizlerinden gelen deruni esintiyi çağdaş bir formla buluşturarak günümüz insanının hafızalarına nakşediyor.
Açıkça ifade etmek gerekiyor ki Türk musikisinin derinden akan o geleneksel ağır temposuyla üretilen bir müziği, günümüz insanıyla buluşturmak ne yazık ki pek mümkün değil. Özellikle genç kuşaklarla Türk müziği arasındaki bağı kurabilmek için çok sesli müziğin imkanlarını klasik Türk müziğine taşımak gerekiyor.
Kabul edelim ki biz “şanlı tarih” masallarıyla teselli bulan bir toplumuz. Genel olarak Klasik Batı müziği, caz, rock ve pop müziği dinleyen yeni kuşakları kendi müziğine, edebiyatına yabancılaşmakla suçlamayı pek severiz. Ama nedense hiçbirimizin aklına, neden Klasik Türk musikisini modern dünyanın müzik anlayışıyla mezcedecek yeni çalışmaların yapılmadığını sormak gelmez.
Bilelim ki Türk müziğini dünya müzikleriyle yarıştıracak yeni besteler yaratmadan, yeni müzik insanları yetiştirmeden sadece “yerli-milli” sloganlarıyla genç kuşakları Türk müziği ile asla buluşturamayız.
Ne zaman bu tür nutuklar atan birilerini duysam, bir köşeye çekilip yüksek sesle Yahya Kemal’in şiirlerini okumak geliyor içimden. Türk şiirinin büyük şairi Yahya Kemal’in şiiri için kurulabilecek en doğru cümle herhalde şöyle olurdu: Yahya Kemal eski Türk şiirini yeni bir estetik anlayışla yeniden yaratan bir şairdir.
Kuşkusuz şiir ve musiki ilişkisine bu bağlamdan bakıldığında, onun şiirinin deruni bir ahenge tekabül ettiği görülecektir.
Bu çerçevede ifade etmek gerekirse, derin kökleri olan Türk musikisinin de geleneksel bağlarından koparılmadan adeta yeniden yaratılmaya ihtiyacı vardır.
Mesela Itri ve Bach aynı yüzyılda yaşamış ancak farklı zamanlarda, farklı mekanlarda büyük eserler vermiş iki büyük dahidir. Bach klasik Batı müziğinde, Itri ise klasik Türk müziğinde zirvelerde dolaşmış iki büyük besteci. Ancak talihsizlik o ki Bach’tan geniş bir müzik külliyatı bugünlere gelebilmişken, Itri’nin bugün elimizde çok az sayıda eseri bulunmaktadır.
İşte bu yüzden Türk müziğinin yenilikçi isimlerinden birisi olan ud üstadı Mutlu Torun’un çalışmaları, günümüz Türk müziğinin yeni ufuklara açılabilmesi için büyük bir önem arzediyor. Tam 27 yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’nda ders veren Mutlu Torun’un estetik ufku öylesine geniş ki, zihin dünyasının kapıları merak ettiği her tür müziğe açık. Mesela Flamenko müziği için bir ay İspanya’nın farklı şehirlerini dolaşıyor. Kordoba’da Paco De Lucia’nın talebesi Pepe Rodriguez’den on gün boyunca günde iki saat ders alıyor. Cazla, Batı müziğiyle yakından ilgileniyor, ancak Türk müziğinin köklerinden asla ayrılmıyor. Bir mevlevi ayini, yirmi iki saz eseri, on beş ilahi, on üç çok sesli beste, ud ve yaylı çalgılar için bir süit, klasik gitar için on üç eser, elliden fazla şarkı ve toplamda 150’yı aşkın eser besteliyor.
Bu değerli sanaçı ud konusunda, Şerif Muhittin Targan, Yorgo Bacanos ve Udi Nevres gibi Türk müziğinin üç büyük isminden etkilendiğinin altını çiziyor.
Mutlu Torun’un estetik ufkunu daha iyi anlayabilmek için kendisiyle yapılan bir söyleşideki şu ifadeleri dikkatle okumakta yarar olduğu kanaatindeyim: ”Türk müziğinin içinde bu kadar olmasaydım belki Batı müziği alanında yazan, çizen birisi olurdum. Bir daha dünyaya geldiğimde öyle olacağım. Bir geldiğimde caz, bir dünyaya geldiğimde de hep flamenko çalacağım. Öyle çok yapmak istediğim şey var ki son birkaç senedir hep ud çalıyorum. Gitar hiç çalmıyorum. Zaman çok az geliyor. Ben Türk müziğinde yenilikçilerden biri sayılırım. Ama şunu söyleyeyim, hayranlığım hep en eskilere dayanıyor. Merâgî, Itri, Dede Efendi Bu eski ustaların ve üslupların hayranıyım.” (Yeni Şafak, 2018)