Futbol izlemeyi seviyorum, futbolu sadece bir oyun olarak değil, aynı zamanda izleyenlere estetik tatlar sunan görsel bir şölen olarak görüyorum.
Ancak Türkiye’de oynanan futbolun, dünyadaki örneklerinin aksine taraftara bu tür güzellikler sunmaktan çok seyircilere 90 dakika boyunca eziyet ettiği kanaatindeyim.
Bir futbol izleyicisi olarak şu ana kadar hiçbir Türk takımının Avrupa takımlarıyla oynadığı maçları sonuna kadar izlemeye tahammül edemediğimi de belirtmem gerekiyor.
Zira bu maçlarda bir estetik güzellik olmadığı gibi, gözlerimize ve duygularımıza eziyet eden bir kakofoni sergileniyor. Kuşkusuz sadece görsel anlamda değil, Türk futbolu teknik anlamda da henüz Avrupa ile yarışabilecek kapasiteye sahip değil. Evet bireysel özellikleri bağlamında baktığımızda, Türk takımlarında pırıltılı ve efsane isimler var ama o kadar… Mesela Galatasaray çok önemli transferler yaptı, bu oyuncular Türkiye’de ağır tempoda oynanan maçlarda çok başarılılar ama Avrupa maçlarının temposuyla yarışmakta zorlanıyorlar. Dolayısıyla orta ölçekteki bir Avrupa takımı Galatasaray’ı ve diğer Türk takımlarını rahatlıkla yenebiliyor. Galatasaray’ın UEFA Avrupa Ligi’nin 4. haftasında konuk ettiği İngiltere temsilcisi Tottenham’ı 3-2 mağlup ettiği maçı bu değerlendirmenin dışında tutuyorum. Çünkü bu maç seyredilmeye değer bir maçtı.
Kuşkusuz sadece kulüpler değil, Milli Takım’ın istikrarsız çizgisi de Türkiye’deki futbol mantalitesinin köklü bir değişime ihtiyaç olduğunu net olarak ortaya koyuyor.
Bir kere Avrupa futbolu sistemsel anlamda çok önemli bir değişim geçirdi, artık futbol efsane isimler üzerinden oynanmıyor. Santraforlar kale önünde gol atmayı bekleyen bir konumda değiller, gerektiğinde defans bloğuna yardıma giden ve süratle kendi mevkiine geri dönen bir dinamizme sahipler. Yani her mevkideki oyuncu, her an her yerde olmak zorunda.
Unutmayalım, Avrupa futbolunun zirve isimleri Ronaldo ve Messi artık Avrupa’da futbol oynayamıyorlar. Elbette onlar efsane isimler ama yaşlarından da kaynaklanan özelliklerinden dolayı, Avrupa’daki hızlı futbola ayak uydurmaları mümkün değil. Bu yüzden de artık Avrupa dışındaki ülkelerde futbol oynamak durumundalar.
Kısacası Türk futbolunun, çoktan miadını doldurmuş olan bu sistem anlayışıyla Avrupa’da başarılı olması mümkün değil.
Ama hemen belirtelim, Türk futbolunun neden “mahalle futbolu” anlayışının ötesine geçemediğinin tek cümlelik bir izahı yok. Ancak genel Türkiye fotoğrafıyla birlikte değerlendirildiğinde söylenecek çok şey olacaktır.
Bir kere ekonomide, hukukta, özgürlüklerde, eğitimde dünyanın geri sıralarında yer alan bir Türkiye’nin futbolda başarıdan başarıya koşması, her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırıdır.
Henüz okullarını temizleyecek temizlik elemanı bile olmayan bir ülkede eğitim kalitesinden söz edilebilir mi? Elbette edilemez. Haliyle dünya ile rekabet edecek bir eğitim sistemi inşa edemediğimiz için, ilk öğretim dahil, neredeyse bütün üniversitelerimizin cahiller ordusu yetiştiren kurumlara dönüşmesi kaçınılmazdır.
Eğitim bu haldeyken, futbol ve farklı spor branşlarını seçen sporcular tarlada yetişmeyeceğine göre, sporda başarı hayalleri kurmak herhalde abesle iştigal olacaktır.
Her ne kadar zaman zaman “Neden futbolumuz Edirne’den öteye geçemiyor, neden Avrupa maçlarından hep yaslı dönüyoruz” benzeri yakınmalarda bulunsak da aslında hiçbir zaman, “modern futbol nasıl oynanıyor” gibi bir meseleye kafa yormuyoruz.
Çünkü biz hep sonuçlara bakıyoruz ve bu sonuçların nasıl oluştuğunu asla sorgulamıyoruz, tıpkı Türkiye’nin halen yaşamakta olduğu problemlerin kaynağını hiçbir zaman sorgulamadığımız gibi…
Aslında futbolda, ekonomide, hukukta, eğitimde ve bütün alanlarda gelişmiş dünya ile aramızda neden böylesine derin bir uçurum olduğu o kadar açık ki…
Hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye neden Belarus’la aynı kategoride ise, basın özgürlüğünde neden 180 ülke içerisinde 158’inci sırada ise, 2023 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde, 34 puanla neden 115. sırada ise, 143 ülke arasında Finlandiya’nın birinci sırada yer aldığı BM Dünya Mutluluk Raporu’nda neden 98. sırada ise Türk futbolu da aynı nedenlerden dolayı ne yazık ki geri sıralarda yer almaktadır.
Türkiye’nin ekonomiden eğitime, tarımdan dış politikaya ve spora kadar yaşadığı problemleri aslında hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla çözüm de kimsenin erişemeyeceği karmaşık formüller içine gizlenmiş değil. Bunun için sadece Avrupa’daki başarılı örneklere bakmak ve biraz abartarak söylemek gerekirse, bu örnekleri kopya etmek bile yeterli olacaktır. Ama bütün bunları akıl ve bilimin çizdiği çerçevede yapmak şartıyla…
Ancak ülkenin sorunlarını çözerken atacağımız her adımı, eğer bir ‘hukuk devleti’ zeminine dayandıramazsak, günün sonunda yaşayacağımız her krizle birlikte her şeye baştan başlamak zorunda kalabiliriz.