Doğu toplumlarının, özellikle de Müslüman toplumların askeri, ekonomik ve kültürel olarak Batı’nın sömürgesine maruz kaldığı ve bu sömürgeciliğin Doğu insanının zihninde derin travma yarattığı bir gerçektir. Maalesef bu durum, İslam toplumlarında bütün kötülüklerin tek sorumlusunun “dış güçler” olduğu anlayışının yerleşmesi sonucunu doğurmuştur.
Evet sömürgecilikten kaynaklanan travma bir gerçektir ama, bu anlayışın kalıcı hale gelmesi ne yazık ki Müslümanların hem kendi yetersizliklerini görmesini engellemiş, hem de değişim ruhunu felce uğratmıştır.
Maalesef Müslüman toplumların geri kalmışlığı neredeyse tümden dıştan gelen etkilere bağlandığı için seküler bilinç gelişememiştir. Kısacası bilimsel ve teknolojik alandaki yetersizlikler, despotik yönetim anlayışı, siyasi kurumların zayıflığı, daha da önemlisi kronik demokrasi yetersizliği sürekli “dış güçler”le perdelenerek kalıcı hale gelmiştir.
Yakın Çağ Tarihi profesörü Dan Diner, “Mühürlenmiş Zaman-İslam dünyasındaki durgunluk üzerine” kitabında, Müslümanların içinde bulunduğu hal konusunda dikkat çekici tespitlerde bulunuyor. Dan Diner, 2002 yılında Arap entelektüellerin, bilim insanlarının hazırladığı ‘Arap Human Development Report’ (Arap dünyası insani gelişme raporu)nun Arap ülkelerinde özellikle durağan ekonomi, özgürlüklerin her cephede kısıtlanması, giderek düşen eğitim seviyesi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerdeki dramatik durumun altını çizdiğini belirtiyor.
Bilimsel gelişmenin olabilmesi için kişisel özgürlüklerin ve ‘açıklık kültürü’nün el üstünde tutulması gerektiğine dikkat çeken Diner diyor ki: “Her tarafta geçerli bir açıklık kültürüdür gerekli olan, bilimin kendi varlığı için ihtiyaç duyduğu (tıpkı insanın nefes almak için havaya ihtiyaç duyduğu gibi), devlet ve başka herhangi bir otoritenin zorlamalarından korunmuş geçirgenlik ve saydamlıktır. Ve toplumsal oksijenin adı özgürlüktür. Bu alandaki sınırlandırmalar gelişimi duraklatan, hatta uç durumlarda tamamen durduran engellere dönüşür. Siyasi himayecilik ve idari sınırlandırmalarla dolu bir iklim, yaratıcılığı ve yarışmayı etkilemektedir.” (Mühürlenmiş Zaman, s.30)
Kuşkusuz Müslüman ülkelerin bugün içinde bulunduğu derin kriz halinin oluşmasında sadece kişisel özgürlüklerin yokluğu değil, aynı zamanda şeffaflık ve hukuk güvenliğinin bulunmayışının da büyük etkisi bulunmaktadır. Çünkü bu ülkelerdeki otoriter yönetim anlayışı, kurumları zaafa uğrattığı için yandaş ekonomisi, kayırmacılık ve yolsuzluk devletin bütün katmanlarını adeta kuşatma altına almıştır. Dahası bu yapısal çürüme aynı zamanda yargı bağımsızlığının da altını oymaktadır. Doğal olarak kamu alanının zaafa uğradığı bu tür toplumlarda, iktidarı kontrol edebilecek bir kamuoyunun oluşması da imkansızdır. İktidar erki bütün sivil alanı kontrol altında tuttuğu için de, demokratik toplumların en önemli denetim mekanizmalarından birisi olan özgür basının önü tümüyle kapatılmış durumdadır. Kısacası medya, doğrudan iktidarların görüşünü yazmak zorundadır.
Zaten Dan Diner de kitabında ‘Arap Human Development Report’taki nitel ve nicel araştırmalara dayanarak Arap ülkelerinin tüm dünyada özgürlük olarak bilinen değere en düşük oranda sahip olduğunun altını çizmektedir.
Aslında bütün İslam ülkelerinin, kuvvetler ayrılığı ve denge-denetleme prensiplerine dayalı bir hukuk düzeni inşa etmeden, özgürlük-hukuk güvenliğini sağlamadan, yani demokrasi olmadan yaşadıkları krizlerden ve de travmalarından kurtularak refah toplumu olmaları mümkün değildir.
Hemen belirtelim, büyük petrol gelirlerine sahip olan özellikle Arap ülkelerinin geri kalmışlıklarının İslam’la bir ilgisi yoktur, esas mesele adaletin önkoşulu olan halkın özgür iradesine dayalı, evrensel hukuk normlarıyla çerçevesi çizilmiş yasaların olmayışıdır.