Günümüzde totaliter yönetim anlayışlarının yarattığı yeni dünyada, ne yazık ki ‘güç’ ve adalet arasında denge oluşturulamadığı için insanlığa sadece ölüm kampları armağan edilmiş bulunuyor.
Zira biliyoruz ki ortak değer ve normların zayıflaması, güçlülerin önlenemezliğini ve toplumsal eşitsizliği beraberinde getirir. Böyle bir ortamda doğal olarak kamu alanı ve siyasal sistem ortadan kalkar ve bu alanları ya diktatörlükler ya da ideolojiler doldurur.
Alaine Tourneine’nin ifadesiyle, kendimizi bir özne olarak oluşturamadığımız ve kendimiz için, başlıca amacı kendi hayatımızın birer öznesi olarak yaşama isteğimizi korumak olan yasalar, kurumsal ve toplumsal örgütlenme biçimleri belirleyemediğimiz sürece birlikte yaşamayı başarmamız mümkün olmayacaktır. Bu kurumsal alanlar ise öncelikle hukuk ve eğitimdir. Ama ne yazık ki totaliter yönetimlerin ağları arasında yol bulmakta zorlanan hukuk, henüz erişilmez bir alandır. Eğitim alanı ise, ekonomik gereksinimlere ayak uydurmaya zorlandığı için çoğu kez gözardı edilmektedir.
Kabul etmek gerekiyor ki totaliter zihniyetin hakim olduğu toplumlarda, birey bir özne olarak kabul edilmediği için gerçek anlamda bir özgürlük ortamının oluşması da mümkün değildir. Çünkü “Otoriter erkler, çıkarları, düşünceleri ve inanışları birbirinden farklı olan birey ve öbeklere mutlak bir denetim biçimini dayatmak için toplumu kültürel anlamda birleştirmeyi, bütünleştirmeyi istediler. Bu erkler, us olsun ulus olsun ırk olsun ya da din olsun, kültürel anlamda birleştirici bir ilkeyle özdeşleştikçe yönettikleri toplumu da totaliter bir cehenneme doğru sürüklerler.” (Alaine Tourneine, Birlikte Yaşayabilecek miyiz?, s.203, Yapı Kredi yay.)
Hannah Arendt, “Totalitarizmin Kaynakları” adlı kitabında altını çizdiği gibi Nazi Almanyası ya da Stalin Rusyası tarihsel bakımdan bitmiş görünse de totalitarizm her an yeniden hortlayabilecek bir potansiyele sahiptir. Arendt‘in totalitarizmle ilgili şu tespiti son derece önemli “Totaliter tahakküm özgürlüğü ortadan kaldırmayı, hatta genel olarak insanın kendiliğindenliğini yok etmeyi ve ne kadar zorbaca olursa olsun özgürlüğü katiyen kısıtlamayı amaçlar.” (2014a, Antisemitizm bölümü, İletişim yay.)
Arendt‘in de haklı olarak altını çizdiği gibi, 20 yüzyılın kabusu olan Hitler ve Stalin’in oyundan çıkmasıyla totalitarizm tehlikesi ortadan kalkmamış ve giderek tonunu, rengini daha da arttırarak günümüzde de farklı versiyonlarıyla devam ediyor.
Mesela, insanlığa karşı işlediği suçlarla Hitler’in en sadık varisi olduğunu kanıtlayan İsrail Başbakanı Netanyahu şu günlerde Gazze’de kadınları ve çocukları katlederek, 21. Yüzyılın hafızasına kazınacak bir totalitarizm örneği sergiliyor.
Kuşkusuz Netanyahu’nun cinayetlerinden dolayı Yahudi toplumunu sorumlu tutmak hakkaniyetli bir tutum olmayacaktır. Ayrıca Filistin halkının bugün yaşadığı acıları en iyi onlar anlayacaklardır. Zira onlar da Avrupa’nın göbeğinde büyük zulümlere ve soykırıma maruz kalmışlar, bugün Filistinlilerin yaşadığı acıların daha şiddetlisini yaşamışlardır.
Her ne kadar bugün Avrupalılar günahlarını örtebilme telaşıyla Netanyahu’nun cinayetlerini alkışlama yarışına girmiş olsalar da tarih Batı’nın o karanlık yüzünü asla unutmayacaktır.
Ama dünyada ve de İsrail’de insanlık vicdanının yüz akı olan sesler yükselmeye devam ediyor. Nitekim İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz’in Sokolov ödüllü köşe yazarı Zvi Bar’el, Hamas ile devam eden çatışmalardan Başbakan Netanyahu’yu sorumlu tutarak, Netanyahu’nun İsrail’i, “kimsenin hedeflerini net olarak bilmediği bir savaşa sürükleyen bir çete lideri” olduğunu yazdı.
Artık biliyoruz ki insan doğasına müdahale eden, topyekûn tahakkümü, yani insanı bütünüyle tahakküm altına almayı içeren bir hareket olarak totalitarizm, geleneksel anlamda bir diktatörlükten veya diğer otoriter yönetimlerden çok daha şeytani, çok daha sistemli ve insanlık açısından çok daha tehlikeli bir oluşumdur.
Kim bilir belki totalitarizmin bütün kötücüllüğüne ve İsrail’deki ‘savaş çeteleri’ne rağmen, Yahudi halkının da Filistinlilerin de haklarını gözeterek birlikte yaşamayı başarmak mümkündür.
Kim bilir belki çağımızın vebası olan totalitarizmden kurtulmak için hala bir umut vardır.