15 Temmuz ihanetinin bu ülkeye faturası o kadar ağır oldu ki toplumda yaşanan travmatik hali tamir edip henüz normalleşmeyi sağlayabilmiş değiliz. Zira devlete bulaşan FETÖ virüsünün kurumlar içinde hala ne tür bir derinliğe ve hareket kabiliyetine sahip olduğu bütün netliği ile tespit edilebilmiş değil.
Neredeyse her gün bir başka kurumda uyuyan hücreler ortaya çıkarılıyor, adeta yer altına gizlenmiş gibi kendini görünmez kılmış yeni kriptolar yakalanıyor. Bunun anlamı şu; tehlike henüz geçmiş değil. Dolayısıyla devleti bu beladan temizlemek için, mücadele sürecinin en küçük bir zaafa bile tahammülü olamaz. Aksi taktirde Balyoz ve Ergenekon süreçlerinde yaşanan kumpas görüntülerinin yaşanması kaçınılmaz hale gelir.
***
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü yaklaşırken öncelikle Türkiye’nin yaşadığı bu felaketin hasar tespitini yapmak durumundayız. Daha da önemlisi ülkenin hali hazırdaki demokratik görünürlüğünün, hukuki güvenirliğinin gerek Türkiye, gerekse dünya kamuoyu nezdinde nasıl bir fotoğrafa tekabül ettiğinin esaslı bir muhasebesini yapmalıyız.
Hemen ilk elde ‘ne yapıp edip şu OHAL işinden kurtulmalıyız’ cümlesini kurmak gerekiyor ama tehlike henüz geçmediği için OHAL tedbirlerine ihtiyaç var. İşte belki tam da bu yüzden ‘at izini it izi’nden ayrıma konusunda daha hassas ve dikkatli olmak gerekiyor. Zira dünyada Türkiye konusunda oluşmaya başlayan ‘orta ölçekli demokrasi’ algısı, nihai olarak çıkarlarımız açısından hayra alamet bir durum değil.
Denebilir ki Fransa’da da bir yılı aşkındır OHAL var, ancak demokratik dünyada bu ülkeye karşı böyle bir algı oluşmuyor. Kabul etmek gerekiyor ki Fransa’da bizdekine benzer büyük çaplı gözaltı ve tutuklamalar olmuyor. Kuşkusuz bizdeki felaketin boyutları benzerleriyle karşılaştırılamayacak kadar büyük. Dolayısıyla OHAL uygulamaları da keskin.
Ama her şeye rağmen, özellikle hukukun üstünlüğü konusunda oluşabilecek bütün negatif algılara karşı adeta kılı kırk yaran bir demokratik hassasiyete şu günlerde şiddetle ihtiyaç var.
Bunun için de OHAL komisyonunun zaman kaybetmeden iş başı yapması ve özellikle mağduriyetler konusunda adım atması gerekiyor. Mesela şu günlerde Cumhuriyet com.tr’nin yayın yönetmeni Oğuz Güven ve Doğan holding Ankara temsilcisi Barbaros Muratoğlu’nun tahliyesi pozitif bir adım.
Açıkçası bana göre ülkede normalleşme iklimini başlatacak ve hatta kalıcı hale getirecek en önemli unsur ‘tutuksuz yargılama’ prensibinin süratle uygulamaya sokulmasıdır. Doğrudan FETÖ eylemleri ile fiili ortaklık içinde olan ve darbeye iştirak etmiş olanlar hariç, yazan, çizen düşünce insanlarının, gazetecilerin eğer kaçma ihtimalleri yoksa tutuksuz yargılanmaları normalleşmeyi hızlandıracaktır ama daha da önemlisi vicdanları rahatlatacaktır.
***
Ayrıca unutmayalım ki bu FETÖ’cü şebeke, esas itibariyle doğrudan FETÖ’nün terör çemberi içinde yer almayan yazarların, gazetecilerin tutuklanmalarını özellikle Batı kamuoyu nezdinde kendi ihanetlerine şemsiye olarak kullanmaktadır.
Şundan eminim ki bazı gazeteci ve yazarların tutuksuz yargılanmaları hem FETÖ ile mücadelenin kalitesini arttıracak, hem de demokratik dünyadaki Türkiye algısını pozitif anlamda güçlendirecektir. Mesela başta Ali Bulaç olmak üzere Sözcü ve Cumhuriyet yazarları tutuksuz yargılansa daha iyi olmaz mı?