Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı bakiyesi bir ülke... Yüzyıllar içinde dünya devletleriyle rekabet edebilme kabiliyetine sahip güçlü bir medeniyet kurmuş bir neslin çocuklarıyız. Dolayısıyla çok doğal olarak, bugün tarihimize bakarken bilimde, sanatta, kültürde, ekonomik gelişmişlikte zirveye çıktığı dönemleri gururla anarken, özellikle duraklama ve döküş dönemlerinde yaşananları hatırlarken de hüzünleniyoruz.
***
Ama tarihin gerçekleri değişmiyor, bütün medeniyetler gibi büyüme, olgunlaşma ve çöküş dönemlerini yaşayarak ömrünü tamamlamıştır. İbn Haldun Mukaddime’de bir devletin kuruluş, yükseliş ve çöküş aşamalarını şöyle tanımlar: “İlk aşama, yerleşik bir yönetimin elinden askerî üstünlükle devleti ele geçirme, yani fetih aşamasıdır. Bu aşamada asabiye bağları oldukça güçlüdür. İkinci aşamada hükümdar, egemenliği sadece kendine özgü kılacak biçimde yönetimi akrabalık ilişkilerinden soyutlama işine girişir ve gücü tekeline alarak mutlak hükümdar olur. Üçüncü aşama yükseliş aşaması olup ekonomik refahın arttığı ve buna paralel olarak kültürel unsurların geliştiği aşamadır. Dördüncü aşama istikrar ve barışın egemen olduğu, yönetimde yenilikçi hiçbir hareketin görülmediği eski yönetimlerin taklit edildiği ve bundan ayrılmanın devleti yıkacağına inanıldığı aşamadır. Son olarak çöküş aşaması ise, hükümdarın ekonomik ve toplumsal ilişkileri kişisel arzularına göre yönetmeye başlamasıyla birlikte devlette iyileşmesi olanaklı olmayan hastalıkların ortaya çıkmaya başladığı ve devletin yıkılışa geçtiği aşamadır.”
Tarihimizdeki tecrübeler göstermektedir ki, yükseliş dönemleri ekonomik refahla birlikte kültürel gelişmenin de zirveye çıktığı dönemlerdir. Büyük bilim ve kültür insanlarının çıktığı, büyük şairlerin, bestecilerin, mimarların yetiştiği dönemler Osmanlı’nın yükseliş yıllarıdır.
Aralarında Baki’nin, Fuzuli’nin de bulunduğu pek çok büyük şair bu yükseliş döneminde yetişmişlerdir. Büyük bir devlet adamı olan üç dilde yüzlerce eser veren, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni tarafından iltifat gören Kemal Paşazade yine bu dönemin hatırlanan şairleri arasındadır. Aynı dönemde orijinal yönü gazellerinde ortaya çıkan bir Hayali var ki, bazı otoriteler tarafından Baki’den daha üstün bir şair olarak anılır. Ancak genel kabule göre, bu dönemin en büyük şairleri Baki ve Fuzuli’dir.
Kemal Paşazade’nin gazelindeki şu mısralar adeta bir medeniyetin fotoğrafı gibidir:
/Dil açılmaz dide giryan olmasa
Tazelenmez sebze baran olmasa
Hil’at-i vaslına olmazdı baha
Havf eğer peşinde hicran olmasa
Canı için ister el cananını
Ben n’iderdim canı canan olmasa./
***
Medeniyetimizin büyük şairleriyle, bestecileriyle, bilim insanlarıyla övünmek ve onların eserlerini yakından bellemek, kültürel mirasımızı içselleştirmek açısından önemli olduğu kadar, aynı zamanda bir vefa göstergesidir.
Ancak tarihimizdeki bu değerler sadece bir övünme vesilesi olmamalıdır. Eğer geleneği içselleştirip modern zamanlarda büyük şairlerin, mimarların, yeni bilim insanlarının yetişmesini sağlayacak kültürel bir iklim oluşturamazsak, bilimsel çalışmalara geniş özgürlük alanları açamazsak dünyanın sonuna kadar sadece şanlı tarihimizle övünmeye devam ederiz ki, bu işin kolay yönüdür. Günümüzde yetişecek dünya çapında bir ismi olan bilim insanlarıyla, büyük mimarlarla, bestecilerle, romancılarla, şairlerle övünmeye okadar ihtiyacımız var ki...