Ankara’da altı muhalefet partisi liderinin açıkladığı ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ deklarasyonu, ortak bir sistem tahayyülü açısından tarihi bir öneme sahip.
Siyasi tarihimize ‘Bilkent deklarasyonu’ olarak geçecek olan bu mutabakat, parlamentonun etkin hale gelmesi, yargının bağımsızlığı, devlete işlerlik kazandıracak olan Merkez Bankası gibi asli kurumların özerk bir yapıya kavuşturulması, şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir bir devlet yapısının inşası yolunda atılmış bir milat niteliği taşıyor.
Ancak bu henüz bir mutabakat metni, önümüzdeki süreçte yol haritası ortaya çıktığında bugün tarifi yapılan sistemsel kavramlar ete-kemiğe bürünecek ve topluma dokunacak bir vaatler manzumesine dönüştüğü taktirde bir anlam kazanacaktır.
Gerçi bu açıdan bakıldığında mutabakat metnindeki şu maddeler önemli bir vaat niteliği taşımaktadır:
-Seçim barajı yüzde 3’e düşürülecek.
-Seçimlerde yüzde 1 oy olan partiler Hazine yardımı yapılması,
-Temel hak ve özgürlüklerde kararname düzenlemesine izin verilmeyecek.
-Cumhurbaşkanı’nın veto yetkisine son verilecek.
-Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun tek başına OHAL ilan etme yetkisi kaldırılacak.
-Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının derhal uygulanması sağlanacak.
-Kamu İhale Kanunu yeniden düzenlenecek.
-Kayyum uygulamalarına son verilecek.
-YÖK kaldırılacak.
-Öğretim üyeleri rektörlerini kendi seçecek.
-Siyasi Etik Kanunu çıkarılacak.
Evet yarının Türkiye’sinin inşası açısından ciddi bir değişime işaret eden bütün bu başlıklar son derece önemli, ama bugün itibariyle ekonomik krizin altında ezilen milyonlar daha net cevaplar bekliyorlar. Eminim yol haritası netleştiğinde, ekonominin nasıl ayağa kaldırılacağı, halkın ekmeğinin nasıl büyütüleceği, enflasyonun ve işsizliğin nasıl düşürüleceği gibi toplumun acil beklentileri konusunda demokrasi ittifakının nasıl bir Türkiye tasavvur ettiğini daha net olarak görebileceğiz.
Kuşkusuz büyük toplum kesimlerinin beklentileri son derece net, dolayısıyla demokrasi ittifakının yol haritası da bu beklentilere göre şekillenmek zorunda.
Ancak daha hakkaniyetli bakıldığında bu ittifakı değerli kılan; Türkiye’de bir zihniyet değişimini başlatmış olmasıdır. Çok partili hayata geçtiğimiz 1946’dan bu yana Türk siyaseti demokrasi ortak paydasında böyle bir uzlaşma masası oluşturamadı. Bu yüzden de 1960 ihtilalinde başbakan ve bakanlar idam edilirken, 1980 darbesinde idam sehpaları kurulurken ve 28 Şubat’ta yasaklar acımasızca hüküm sürerken siyaset bir araya gelip ‘vesayet’e karşı ortak bir duruş sergileyemedi. Ve Türkiye’nin çok değerli yılları siyasi didişmeler yüzünden heba edildi…
Bugün 21. Yüzyıl Türkiye’sinde de benzer bir zihniyet dayatmasıyla karşı karşıyayız. Maalesef tepeden inmeci ve ayrıştırıcı bir siyaset diliyle neredeyse toplumun yarısı ötekileştirilerek müthiş bir kutuplaşma iklimi oluşturulmuş durumda. Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hayata geçtiği ilk günden bu yana ekonomiden dış politikaya, hukuktan eğitime kadar her alanda yaşanan dramatik tablonun siyasette yeni arayışları kaçınılmaz hale getirdiğini de görmek gerekiyor. Unutmayalım, demokrasilerde çözüm üretmek siyaset kurumunun görevidir.
İşte şimdi, farklılıklarını bir tarafa bırakıp aynı masa etrafında buluşan altı siyasi partinin liderleri Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu ve Gültekin Uysal yarının Türkiye’si için ortak hedefler belirleyerek yeni bir zihniyet değişiminin kapısını aralıyorlar.
Eğer bugün oluşturulan ittifak tablosu küçük hesaplara feda edilmezse, bu alaturka sistemden kurtulduğumuzda Türkiye de normal demokratik ülkeler gibi sorunlarını siyasi uzlaşı kültürüyle çözebilir ve toplumdaki ‘negatif koalisyon’ algısı da tarihe karışabilir.