Sevgili Janberk iki gün önce Bob Dylan ve Joan Baez’in yıllar önce birlikte çektirdikleri bir fotoğrafı gönderdi. Müthiş heyecanlandım. Üniversiteye girdiğim yıl ilk şiirlerim edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başladığında, bir taraftan da rock ve caz konusunda yeni rüyalara yol almaya başlamıştım. Ve tabii ki ilk durağım “one more cup of coffee” oldu...
Şimdi geriye dönüp baktığımda, bugün Janberk’in gönderdiği siyah-beyaz Bob Dylan ve Joan Baez fotoğrafı hatıralarımı süsleyen o pırıltılı günleri yeniden gözlerimin önüne getirdiğini fark ettim. O günlerde saçlarımın Bob Dylan gibi olmasını çok istemiştim. John Baez ise benim için şiire en çok yakışan kadınlardan biriydi...
Bob Dylan’ın 2017 yılında verdiği bir röportajda “Joan Baez hakkında ne ne düşünüyorsun?” sorusuna verdiği cevabı okuyunca, o siyah-beyaz resim zihnimde daha büyülü bir çerçevenin içine yerleşmiş oldu. Şöyle diyor Dylan: “O çok başka bir şeydi, neredeyse kaldırılamayacak kadar fazla. Yunan adalarından gelen sirene benzer, dinleyeni büyüleyen bir sesi vardı. Büyüleyici bir kadındı. Kim olduğunuzu unutturabiliyordu.” (Playtuşu, 23 mart 2017)
Belki birileri “gençlik hayalleri işte...” diye bu bakış açısını küçümseyebilir. Evet bazıları için hep öyledir, hiç itiraz etmem. Ama şunu biliyorum ki Dylan sıradan bir müzisyen değil, o her şeyden önce çok iyi bir söz yazarı, pek çok sanatçıya ilham veren bir müzisyen. Belki de bir bakış açısına göre bir rock tanrısı ya da tanrıyı seven bir kul... Bob Dylan asla unutulmayacak bir müzisyen, müziğinin derinliklerine indiğinizde, size hayatla ilgili kimseden duyamayacağınız şeyleri öğretebilir ve sizi hayal bile edemeyeceğiniz bir dünyaya götürebilir.
Galiba üniversite son sınıftaydım, Dylan’ın 5. Albümü olan “Bringing it all back home” geçti elime. Kelimenin tam anlamıyla kendimden geçmiştim. O ana kadar okuduğum şiirler, bu albümdeki kadar basit, gerçek ve güzel değildi sanki...
Bob Dylan’ın şarkılarının her biri başyapıt niteliği taşımaktadır. Ancak benim için “blood on the tracks” albümü Dylan’ın zirvesidir. “Blood on the tracks”ın ne “highway 61 revisited”dan, ne “bringing it all back home”dan, ne de “Blonde on blonde”dan hiçbir eksiği yoktur. Sözler, melodiler ve hisler... Dylan en güzel sözlerini ve en vurucu melodilerini bu albüm için saklamıştır sanki.
Biraz kişisel bir yaklaşım ama ifade etmek durumundayım; Bob Dylan dinlemeden bu dünyadan göçüp gitmek sanki arkanda eksik bir şeyler bırakmak gibi geliyor bana.
Suzanne Vega’nın görüşüne katılmamak mümkün değil:
“Bob Dylan dinlemeden geçirdiğim bir hafta bile olamaz. etrafımdaki insanlara bakıyorum, çoğu artık daha alternatif şeyler dinliyorlar. onların dinledikleri arasında gerçekten güzel şeyler var, biliyorum. peki ama hiç bob Dylan dinlememiş olmak? ah, bu gerçekten çok kötü. Hiç Dylan dinlememiş insanlara samimi bir şekilde acıyorum, onlar asla müzik dinlerken benim hissettiklerimi hissedemeyecekler.”
Herhalde bir Bob Dylan yazısına şarkılarından birsinin mesela (A Hard Rain’s A-Gonna Fall) sözleriyle veda etmek yakışır.
A Hard Rain’s A-Gonna Fall
( Sıkı bir yağmur yağdı yağacak)
/Ah nerelerdeydin gök gözlü oğlum?
Ah nerelerdeydin sevgili yavrum?
Tam on iki sisli dağın yamacında tökezledim,
Altı eğri büğrü yolda bir yürüdüm bir süründüm,
Yedi kederli ormanın ortasını adımladım,
Bir düzine ölü okyanusun önünde dışarı çıktım,
On bin mil boyunca bir mezar ağzında yürüdüm,
Çok sıkı, çok sıkı, çok sıkı, çok çok sıkı
Çok sıkı bir yağmur, yağdı yağacak
Ah, neler gördün gök gözlü oğlum?
Ah, neler gördün, sevgili yavrum?
Etrafında vahşi kurtlar, yeni doğmuş bir bebek gördüm,
Kimsenin yürümediği elmastan bir yol gördüm,
Durmadan kan damlayan kapkara bir dal gördüm,
Ellerinde kanlı çekiç, bir oda adam gördüm,
Boydan boya suya batmış beyaz bir merdiven gördüm,
Çocuk ellerinde tabanca ve keskin bıçaklar gördüm,
Çok sıkı, çok sıkı, çok sıkı, çok çok sıkı
Çok sıkı bir yağmur, yağdı yağacak/
Çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar