Kovid-19 felaketiyle uğraştığımız şu günlerde doğal olarak insanlar özellikle ekonomik anlamda büyük sıkıntılar yaşıyorlar.
Çalışanlar işlerini kaybetmişler, esnaflar işyerlerini açamadıkları için büyük gelir kaybına uğramışlar, borçlarını ödeyemiyorlar, hatta evlerine ekmek götürmekte zorlanıyorlar. Böyle bir ortamda siyasal iktidarlara düşen, toplumun sorunlarını hafifletmek ve dertlerine çare üretmektir.
Ama bizim devletimizin çok daha büyük işleri var, en tabii hakları olan ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkını kullanan insanları susturmak, gerektiğinde hapse atmak ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak...
Memleketin başında bu kadar gaile varken vekillerin dokunulmazlığını kaldırarak cezaevine göndermek, herhalde son yılların en büyük icatlarından birisi olsa gerek... Galiba millet iradesinin itibarsızlaştırıldığı yeni bir döneme giriyoruz. Nitekim Meclis kulislerinden yansıyan bilgilere göre AK Partili bir vekil, CHP İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu, HDP’li vekiller Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın dokunulmazlıklarının kardırılmasıyla ilgili olarak “Siyasi irade bir karar vermiş gereği yapıldı. 4 Haziran bir milat, siyasette yeni bir dönem, yeni bir süreç başlıyor” değerlendirmesinde bulunmuş.
Muhtemelen bu gidişle sıra, Kanun Hükmünde Kararname ile vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gelecek. Oysa Türkiye yıllardır yargı dahil, millet iradesinin üzerinde kurulmaya çalışılan her türlü vesayete karşı mücadele ederek bugünlere geldi. Bütün yaşananlardan sonra milletvekillerinin Meclis’te dokunulmazlığını kaldırarak yargının insafına terk etmek, ülkenin demokratik kazanımlarını heba etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Oysa geçmiş uygulamalarda da olduğu gibi milletvekillerinin üyelik sıfatlarının sona ermesi beklenebilirdi. Anayasa’nın vekil dokunulmazlığı ile ilgili 83. Maddesi son derece açık: “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.”
Peki bu acelecilik niye?
Eğer gündemde hiç yokken üç milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesiyle, yaşanan ekonomik ve sosyal sorunlar, yükselen enflasyon ve işsizliğin gündemden düşürülmesi gibi bir hesap yapılıyorsa bu hiç akıllıca bir seçim olmayacaktır. Bu adım sadece toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirir, siyaseti daha da gerilimli bir atmosfere mahkum eder. Kim bilir belki de istenen budur...
Yıllardır millet iradesinin üzerindeki vesayete karşı mücadele eden, jürostokrasiye meydan okuyan AK Parti’nin, tamamen devletçi bir refleksle ‘vesayetçi’ bir iklime doğru yol alması doğrusu büyük bir talihsizlik... Oysa AK Parti’nin, 12 Eylül 2010 referandumunda ‘hayır’ kampanyası yürüten CHP’ye karşı en güçlü argümanı siyasetçinin üzerine çöken vesayetçi yapının kaldırılmasıydı. O gün başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın Kütahya’da yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak söylediği şu sert ifadeler hala hafızalarımızdadır, diyordu ki: “Kalkıp da siyasetçiye dokunulmazlığı kaldır, ondan sonra da biz siyasetçiyi birilerinin eline mahkum edelim. Kusura bakma, bunun altında hangi tezgahın yattığını biz çok iyi biliriz. Onun için bu oyuna bizler gelmedik, gelmeyiz.”
2007 yılında dokunulmazlıkları savunan Erdoğan o günlerde bürokratik oligarşiye adeta meydan okuyordu: “Dokunulmazlık bizim aklımıza geldiğinde veya popülistlikle gündeme getireceğimiz bir konu değildir...Bu siyasetçiyi, bürokratik oligarşiye mahkum etme çabasıdır. Demokrasilerin geliştiği dünyada asla seçilmişler, atanmışların elinde oyuncak haline getirilemez.”
İnsan ister istemez, tarihe “2 Mart darbesi” olarak geçen 1994’te dokunulmazlıkları kaldırılan DEP milletvekillerinin yaka-paça Meclis’ten götürülerek tutuklandığı o günleri hatırlamadan edemiyor. Ve biliyoruz ki o süreçten sonra Türkiye başarısız hükümetlere, ekonomik krizlere ve hızla siyasi bir istikrarsızlığa sürüklenmişti. Herhalde yeniden benzer görüntülere sahne olan bir Türkiye’yi hiçbirimiz istemeyiz.
Kabul etmek gerekiyor ki Meclis’teki bu dokunulmazlıkların kaldırılması hamlesi, siyasi alanı fevkalade daraltacağı gibi Türkiye’nin demokratik görünürlüğünü de ciddi bir biçimde zedeleyecektir.
Kaderin cilvesine bakın ki, özgürlükçü AK Parti’den bugünlere geldik...