2019’u uçurumu her zaman içinde taşıyan büyük şairlerin, sanatçıların içimizde dalga dalga yükselen dizeleriyle uğurlamak istiyorum. Düşüncelerin, özgürlüklerin horlandığı, gencecik ölü bedenlerin sahillere vurduğu acımasız dönemlerden geçiyoruz. İnsanlığımızın neredeyse tümden iflas ettiği bir çağda, geçmiş yüzyılların büyük sanatçılarına bir göz atmak belki hepimize biraz iyi gelir...
Ordokuzuncu yüzyıl, gençliğini sevmemiştir. Kısacası bu yanıp tutuşan ateşli kuşaktan korkmuştur. Taşkınlığından evhamlı bir ürperti duyar ve demir tırpanla acımasızca biçer bu ilk bahar ekinlerini...
Napolyon savaşı, 15 yıl boyunca en cesurları yüzbinlere parçalamıştır. Düş görenlerin, ozanların, henüz yüzyılın eşiğine yeni basmış olanların, düşüncenin kısa ömürlülerinin ruhuna ölüm baltasını indirmekten çekinmemiştir. Hiçbir dönemde, bu kadar kısa süre içerisinde böylesine görkemli şairlerin, sanatçıların mahvı olmamıştır.
Ölümleri çeşit çeşittir, ama hepsinde erken ve ruhlarındaki yücelişin en coşkulu anlarında almıştır onları ölüm... Fransa’nın genç Apollon’u Andre Chenier’i terörün son arabası giyotine sürükler. Kader, İngiltere’nin şiir dehası ve hayal gücü zengini John Keats’in son nefesini nağmeli göğsünden 27 yaşında çekip alır.
Keats’ın “mezarına bir düşünce kardeşi, tabiatın kendine en büyük sırlarının elçisi diye seçtiği Shlley eğilir; duygulanarak bu düşünce kardeşine, bir şairin bir başka şaire yazdığı en enfes ölüm şarkısını ‘Adonais Ağıtı’nı söyler, ama aradan sadece bir kaç yıl geçer ve işte saçma bir fırtına, onun kendi cesedini Tireniyen kıyılarına atıverir.” (Stefan Zweig, Dünya Fikir mimarları, s.153)
Ve tabiatın en derin sırrına kadar nüfuz eden Novalis vaktinden önce solup gider. Neredeyse on yıl içinde İngiltere, Fransa ve Almanya’nın en asil şiir baharları vaktinden önce solmuşlardır.
Hölderlin’in daha iyi ve daha güzel bir dünya arayan Hyperion’ununu yıllar önce okumuştum. Şimdi yeniden karıştırırken Hölderlin’in muhtemelen trajik ve hüzünlü bir saatte söylediği şu cümleyi tekrar hatırladım: “Hiç tam olarak anlamadım o eski köklü kader sözünü, hani kalbe yeni bir mutluluk doğar, eğer dayanırsa ve derdin gecesine katlanırsa ve bülbül nağmesi gibi karanlıkta, ancak derin acıda dünyanın hayat şarkısını bize şakır.”
“Istıraba adım atan kişi yükselir” der Hölderlin’in Hyperion’u. Stefan Zweig kitabında Hyperion üzerinden Hölderlin’i okurken şöyle der: Hölderlin önemli adım atmıştır, bundan sonra kendi hayatının üstündedir, kişisel acılarının üstünde, kaderini duygusal olarak arar halde yaşamaz artık. Üstünde ebedi melodiler, önünde ateşli uçurum ve böyle yalnız başına durur. İdealler uçup gitmiştir, bulutlar gibi... Şimdi güçlü hayaller başlar, peygamberce bakış, tekerlenen övgü ve tınlayan vahiyler. Büyük Şükran şiirini, ruhunun zafer şarkısını söylemeden erkenden batmak. Bu yüzden bir kere daha atılır görünmez minberin önüne, kahramanca yok olmak, şiirde ölmek ricasıyla:
/Yalnızca bir yaz müsaade edin,
ey güçlüler!
Ve bir hazan, olgun şiirlerim
için bana,
Kalbim kendi isteğiyle, o tatlı
Oyuna doyarak ölsün diye.
Hayatta Tanrı hakkına ulaşmış
bir ruh,
Aşağıda Orkus’da da rahat etmez;
Ne var ki ben kutsal bir şeyi,
Gönlümün arzusunu, şiiri , başardım.
Hoşgeldin, öyleyse, ey gölgeler diyarının sükunu!
Hoşnutum ben, sazım her ne kadar
Eşlik etmiyorsa da bana; bir zamanlar
Yaşıyordum, tanrılar gibi, fazlasına da gerek yok./