Terör saldırılarının ne anlama geldiğini acı tecrübelerle öğrenmiş bir ülke olarak, şimdi şeytanın dehşet gecesini yaşayan Belçika’yı en iyi biz anlarız. Terör en vahşi yüzüyle Avrupa’nın tam kalbinde hepimize adeta meydan okudu.
Hemen belirtelim, hiç beklemediğimiz bir anda hayatımızın tam ortasında kendini patlatan bu ölüm makineleriyle başetmek hiç de kolay bir iş değil. Başta Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika olmak üzere hiçbir ülkenin terör örgütleri arasında ‘makbul olan’ ya da ‘makbul olmayan’ şeklinde bir terörist ayrımcılığı yaparak bu beladan kurtulması mümkün değildir. Ayrıca da Türkiye dahil hiçbir ülkenin tek başına mücadele etmek gibi bir lüksü olamaz.
Uzun yıllara dayanan bir tecrübe birikimine sahip olan Türkiye bu konuda öncü bir rol üstlenebilir. Sadece bir takım komplekslere kapılmadan, hamasetin kolaycılığına kapılmadan terörle mücadelede müttefikleriyle doğru frekansı yakalaması yeterli olacaktır.
Son on yıllık Türkiye tecrübesinden çıkarak söylemek gerekirse, terörle mücadelede hepimizi şaşırtacak hamleler yapabilecek tek aktör AK Parti iktidarıdır. Bunun için 13-14 yıllık iktidarındaki kritik noktaları analiz etmekte yarar var.
Bilindiği gibi AK Parti ilk iktidara geldiğinde gerek içeride, gerekse dışarıda kendisini ‘AK Parti karşıtı’ olarak konumlandıran pek çok çevre, “Bunlar bir sonraki seçimde geldikleri gibi giderler, zaten Türkiye’yi yönetme kabiliyetine de sahip değiller” şeklinde bir kanaat hakimdi.
Ama AK Parti öyle bir performans sergiledi ki, bu partiye tereddütle bakan çevrelerin bütün ezberleri bozuldu. Şimdi bile hala bu başarı hikayesinin şifresini çözebilmiş değiller.
Niyetim AK Parti’nin icraatlarını yeni baştan anlatmak değil elbette. Zaten 13-14 yıllık başarı hikayesi milletin teveccühüne mazhar olduğu için hala bugün ülkeyi yönetmeye devam ediyor.
Geçmişe atıftan kastım, AK Parti’yi en zor zamanlarda bile pırıltılı kılan çok önemli bir özelliğine dikkat çekmek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başbakanlığı döneminde özellikle de 2011’e gelene kadar bütün sıkıntılı süreçlerde öylesine şaşırtıcı hamleler yapıyordu ki, sadece partisinin cazibesini arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin de hedeflerini büyüten başarılara imza atıyordu.
Ancak 2011 yılı ile birlikte AK Parti iktidarının topluma yansıyan yüzünde bir duraklama dönemi başladı. Elbette icraatlar anlamında bir duraklamadan söz edemeyiz, ama topluma yansıyan algıda bir sorun olduğu da herkesin malumu idi.
İşte tam da şimdi büyük bir terör kuşatmasına maruz kaldığımız şu günlerde, AK Parti’nin geçmişteki o şaşırtıcı, ezber bozan hamlelerine ihtiyacı var Türkiye’nin.
AK Parti de, Başbakan Ahmet Davutoğlu da şu anda Türkiye’nin önünde çaresizlikmiş gibi duran görüntüyü değiştirecek hamleyi yapma konusunda yeterli tecrübeye ve birikime sahip. Nitekim Başbakan Davutoğlu AB zirvesinde gerek Avrupa, gerekse Türkiye tarafından esen sert rüzgarlara rağmen, kendi ifadesiyle ‘oyun değiştirici’ olarak tanımladığı hamlelerle diplomatik bir başarı örneği ortaya koymuştur. Eğer Başbakan’ın ortaya koyduğu bu üslup ve manevra kabiliyetimizi müttefiklerimizle olan ilişkilerimizi zenginleştirme yönünde kullanabilirsek, eminim ki terör örgütünün uluslararası konjonktürden yararlanarak sergilediği şımarıklığı da bir ölçüde kırmış oluruz.
Şimdi bütün bir toplumun beklentisi, şehirlerimize korku salan terörün kanlı yüzüyle karşılaşmadan sokaklarda güven içinde dolaşabilmek. Maalesef şimdilerde çarşıya, pazara, sinemaya, tiyatroya, konsere, maça gönül rahatlığı içinde gidemediğimiz günlerden geçiyoruz ve hepimizin yüzünden düşen bin parça...
Evet şu anda terörle mücadelenin ardında güçlü bir siyasi irade ve devlet kararlılığı var. Terörle daha şiddetli bir mücadelenin yapılması konusunda da bütün bir Türkiye toplumu ittifak halinde. Ancak kabul edelim ki, PKK ve IŞİD gibi dünyanın en büyük iki terör örgütüyle birden mücadele ediyoruz. Dünyanın en güçlü ülkelerinin bile tek başlarına böylesine bir bela ile baş etmeleri öyle kolay bir iş değil. Dolayısıyla biz dahil şeytanın hedefinde olan bütün ülkelerin, hiçbir mazeretin arkasına saklanmadan teröre karşı ittifak halinde kararlı bir duruşa ihtiyacı var. En önemlisi de bu mücadelenin bazı teröristlerin ‘iyi huylu’ olduğu gibi bir gaflete düşülmeden yürütülmesi gerekiyor.
Hemen belirtelim, güçlü müttefiklere ihtiyaç duymak asla bir teslimiyet ya da acziyet anlamına gelmez. Zira bütün devletler için öncelikli olan kendi milli menfaatleridir. Dolayısıyla müttefik olmak bir anlamda menfaatlerin dengelenmesi meselesidir. Milli menfaatlerimizi koruduğumuz sürece sorun yok demektir.
Bilelim ki nasıl bir dünyada yaşadığımızı doğru tahlil etmeden, herkese bağırıp çağırarak, ‘Dostlarımızın sayısını arttırmalıyız’ diyenleri eziklikle suçlayarak bu terör belası ile başedemeyiz.