Cemil Meriç, medeniyet-umran, kültür-irfan arasındaki farkı; Batı ve Doğu medeniyetleri arasındaki farkın kavramsallaştırılmış hali olarak görür. Ve bu çerçevede irfanı şöyle tanımlar: “İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir. İrfan insanoğlunun has bahçesidir. Ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların ve yalanların köleliğinden kurtulmaktır. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, zekâyı zirvelere kanatlandıran, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi, irfan. Kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. İrfan insanı insan yapan vasıtaların bütünü. Yani hem ilim, hem iman, hem edep.”
***
Bütün mesele, Cemil Meriç’in ifadesiyle “düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan” bir düşünce tekamülünü gerçekleştirebilmek... Ama şu bir vakıa ki, İslam düşünce tarihi o pırıltılı dönemlerin ardından özellikle 16. Yüzyıldan itibaren derinlikli düşünce üretim özelliğini kaybetmiş ve düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayamaz hale gelmiştir.
Maalesef Farabi’yi, İbn Sina’yı ve İbn Rüşd’ü yetiştiren İslam medeniyeti aklı ve felsefi düşünceyi önemseyen özelliklerini kaybettiği için yeni düşünce insanlarını yetiştirecek zengin tefekkür iklimini de kaybetmiştir. Mesela Farabi, din ehline İslam’ın felsefeye zıt olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Açıkçası İslam filozoflarının en bariz özelliği, Kur’an ve Sünnetten yola çıkarak yorum yapabilmek için aklı kullanmanın şart olduğudur.
Vakıa şudur ki; İslam düşünce dünyası belli bir noktadan sonra ilim-iman noktasındaki tecessüsünü kaybettiği için sistemli düşünce özelliğini de kaybetmiş, lüzumsuz teferruat içinde boğulmuştur. Oysa Batı’da düşünce sistemlidir, Hilmi Ziya Ülken’in ifadesiyle Garp’ta “Düşünce usulü, usul ilmi ve ilim tekniği doğurmuştur.”
“Doğu ve Batı” makalesinde Şark ve Garp’ın düşünce dünyası arasındaki farklılıkları analiz eden Hilmi Ziya Ülken, günümüze de ışık tutacak çok önemli tespitlerde bulunuyor: “Garp’ı Şark’tan ayıran elbette ve her şeyden evvel sistemli ve inzibatlı tefekkürdür. Fakat bu sistem ve inzibat dıştan ve cebredilmiş (zorla dayatılmış) bir kuvvet olmayıp insanın kendi kendine yüklediği, kendi dağınık hayal ve mefhumlar alemini mecbur ve mükellef kıldığı enfüsi (öznel) bir inzibat ve ideal bir sistemdir. Garp’ta hürriyet olduğu için inzibat vardır. Garp’ta şahsiyet olduğu için cemiyet vardır. Garp’ta insan, deruni hayatını müstakil ve hür bir mevcudiyet gibi telakki ettiği içindir ki kendi kendini içtimai mükellefiyet ve nizama tabi kılmak ve fikirlerini bir nizam ve kadro içine sokmak kudretini ve maharetini kazanmıştır.”
***
Hasılı Batı’daki sistemli tefekkür iklimi, ilmi, tekniği ve bunun sonucunda da sistemli siyaseti doğurmuştur. Hiç kuşkusuz Şark’ın irfanı tecessüsünü sadece madde dünyasına çivilememiş, manaya, ruha ve esasa taalluk eden meseleleri önemsemiştir. Ancak zamanla kendi içinde yorulan şark tefekkürü, ruhçuluk ve kaderciliğin baskın hale gelmesiyle birlikte madde dünyasıyla bağlarını tümden yitirmiştir.
Ve maalesef bugün geldiğimiz noktada, İslam dünyası özgür ve eleştirel düşüncenin, hukukun olmadığı, baskıcı rejimlerin hüküm sürdüğü bir dünya olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü hürriyetin olmadığı, eleştirel düşüncenin gelişmediği toplumlarda şahsiyet olmaz, ayrıca bilimin ve teknolojinin inkişaf etmesi de mümkün değildir.
Galiba bugün İslam dünyasında büyük mütefekkirlerin, bilim insanlarının, dünya çapında sanatçıların yetişmemesini Şark irfanının sistemli bir tefekkürle buluşamamasında aramak gerekiyor.