Türkiye epey bir süredir gerek ‘hukuk devleti’ anlamında, gerekse diplomatik düzeyde demokratik dünya ile ilişkilerini giderek farklı bir eksene doğru yöneltmiş bulunuyor.
Bu yeni tavır bilinçli bir eksen kayması mıdır, yoksa iktidarın vizyon zaafından mı kaynaklanmaktadır doğrusu çok net değil. Ama bir gerçek var ki Türkiye artık uluslararası camiada itibarı olan bir ülke değil.
Özellikle son beş yılda AK Parti iktidarı üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi ve NATO başta olmak üzere anayasasında yer vererek iç hukukunun bir parçası haline getirdiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına açıktan meydan okuyan akıl dışı bir politika yürütüyor.
Bu konuda en son örnek, bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından ortaya konulan NATO hamlesidir. Bilindiği gibi Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle güvenlik şemsiyesi ihtiyacı hisseden İsveç ve Finlandiya NATO’ya girme kararı aldılar. Bu karar üzerine önce Cumhurbaşkanı Erdoğan “mesafeliyiz” diyerek veto sinyali verdi, hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, daha itidalli bir açıklama yaparak bir bakıma kapının aralık olduğu işaretini verdi. Ancak Cumhurbaşkanı önceki gün Cezayir cumhurbaşkanıyla yaptığı ortak basın toplantısında kapıyı tümden kapatarak son noktayı koydu.
Cumhurbaşkanının açıklaması aynen şöyle: “Teröristleri teslim etmeyeceklerine dair mesajları var. Bu iki ülkenin NATO’ya girmelerine ‘Evet’ demeyiz. Bizi ikna etmeye geleceklerse gelmesinler. Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar.”
Evet Türkiye’nin özellikle terör konusundaki endişeleri son derece haklı endişeler, elbette buna kimsenin bir itirazı olamaz. Ayrıca NATO dahil üyesi bulunduğumuz bütün müttefiklerimizin Türkiye’nin terör konusundaki kaygılarına duyarsız kalması mümkün değildir.
Ancak buradaki endişede bir eksiklik var. Herkesin malumu olduğu üzere Rusya PKK’ya Moskova’da büro açma izni vermiş bir ülke ve aynı zamanda PKK’yı terör örgütü olarak da görmüyor. Ama biz Rusya ile can-ciğer kuzu sarmasıyız. Dahası S-400’ler için Rusya’ya ’2,5 milyar dolar para verdik, bu da yetmedi nükleer santral ihalesini verdik.
Ama şu ana kadar cumhurbaşkanlığı dahil hiçbir resmî yetkilinin Rusya’ya “Moskova’daki PKK bürosunu derhal kapatın, yoksa ilişkilerimizi askıya alırız, S-400’leri iade eder, santral ihalesini de iptal ederiz” şeklinde bir açıklamasını duymadık.
PKK konusunda Putin’e torpil yapmak, hiçbir devlet yöneticisinin aklına bile gelmeyeceğine göre bu tavrın bir izahının yapılması gerekmez mi?
İşte şimdi tam zamanıdır, İsveç ve Finlandiya’ya kapıyı gösterdiğimize göre, Rusya’ya dönüp “Ey Putin, biz NATO’nun en güçlü ülkesi olarak iki ülkenin ittifaka girişini bile veto ediyoruz. Şimdi sıra sende derhal terör örgütüyle fingirdeşmeyi bırak ve Moskova’daki PKK bürolarını hemen kapat” diyerek bölgenin güçlü bir devleti olduğumuzu göstermeliyiz.
Aksi taktirde terör konusundaki kararlılığımızı kimseye izah edemeyiz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veto açıklamasından sonra Finlandiya cumhurbaşkanı bir televizyon kanalında yaptığı konuşmada “Üyelik konusunda Türkiye bize olumlu sinyal vermişti, şimdi nerden çıktı bu iş” diyerek bir bakıma bizi ofsayta düşürmüş oldu. Unutmayalım ki bu tavrımız Batı dünyasında bir ’pazarlık’ unsuru gibi algılanıyor ki doğrusu bu Türkiye açısından hiç hoş bir durum değil. Elbette Türkiye terör konusundaki kararlılığını sürdürmelidir, ancak bu kararlılığı ’pazarlık’ boyutuna indirgemek doğru değil. Ayrıca geçmişte Amerika ile yaşadığımız bir rahip Brunson pazarlığı var ki sonuçlarını hepimiz biliyoruz...