Anayasal teamülleri arkadan dolaşarak İrfan Fidan’ın jet hızıyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine atandığı bir Türkiye’de hala reformdan bahsetmenin bir anlamı var mı bilemiyorum ama, iktidarın şiddetle reforma ihtiyacı olduğu kesin.
İhtiyacı var çünkü, adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen garip rejim yüzünden Türkiye yönetilemez bir noktada ve memleketin neresine dokunsanız elinizde kalacak bir görüntü sergiliyor. Ekonomik olarak kelimenin tam anlamıyla duvara dayanmış durumdayız, pandemi dolayısıyla iş yerleri, dükkanları kapalı olan esnaflar, çalışan işçiler çok zor günler yaşıyorlar ama devletin bu insanlara tek kuruşluk yardım yapmaya parası da, mecali de yok. Daha da vahim olanı, Kovid-19 belasına karşı iktidar henüz halkına yetebilecek düzeyde aşı bile bulabilmiş değil.
Halkının problemlerini çözmekte çaresiz ama, her geçen gün yasakların sınırlarını genişletmekte, özgürlüklerin alanını daraltmakta, hiçbir kanıt ve belge olmadan uzun tutukluluklar icat etmekte son derece başarılı... Buna gazetecilerin, siyasetçilerin her gün sokakta saldırıya uğradığı bir Türkiye fotoğrafı da eklendiğinde, memleketin ne halde olduğu eminim daha iyi anlaşılacaktır.
Biliyorum ki bu kadar yasakların ve hukuksuzlukların yaşandığı bir tabloda, iktidarın reform vaadinde bulunması oldukça absürt bir durum. İnanması gerçekten zor ama, reform konusunda çok sayıda alametlerin belirdiği de bir gerçek.
Mesela Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var” dediği Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a geçtiğimiz günlerde gönderdiği mektupta “Sevgili Emmanuel” hitabını kullanmış ve ikili ilişkileri geliştirmek istediğini yazmış. Macron ise Erdoğan’a cevaben yazdığı mektupta “Değerli Tayyip” ifadelerini kullanmıştı. Yine Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen hafta Avrupa Parlamentosu Başkanı ile görüşerek, AP’nin Türkiye’yle ilişkilerin geliştirilmesinde yapıcı rol oynaması gerektiğini söyledi.
Bu arada AK Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş, yargı reformu üzerinde çalıştıklarını ve belli bir noktaya geldiklerini açıkladı.
Biliyoruz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık iki aydır neredeyse bütün konuşmalarında “Avrupa Birliği Türkiye’nin gündeminde öncelikli konu”, “geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz ve bunu birlikte inşa etmek istiyoruz”, “Avrupa Birliği ile yeni sayfa açmak istiyoruz” mesajları vermeye devam ediyor.
Örneklerde de görüldüğü gibi iktidar bir taraftan Avrupa’ya sıcak mesajlar gönderiyor, reform hazırlığı yaptığını ilan ediyor, bir taraftan da küçük ortağı ile birlikte ülkenin yarısını “terörist” ilan ederek otokratik bir fotoğraf vermekten çekinmiyor.
Daha geçtiğimiz hafta İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Gezi Parkı olaylarına ilişkin aralarında Osman Kavala’nın da bulunduğu 9 sanık hakkında verilen beraat kararlarına ilişkin hükmün bozulmasına karar verdi.
Hal böyleyken gerek kendi insanlarımızı, gerekse “bizi görün” diye beklediğimiz Avrupa’yı, yaşanan bu sahnelerden sonra gerçekten reform yapacağımıza ikna edebileceğimizden endişeliyim.
Öyle anlaşılıyor ki göstermelik de olsa bir reform yapılacak ama Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın, haklarındaki AİHM kararları gereği derhal ve koşulsuz serbest bırakılmalarını isteyen Avrupa Parlamentosu’nun çağrısı dikkate alınmadan tutuklulukları devam edecek. Yani Türkiye “reform yaparız ama Kavala ve Demirtaş’ı asla bırakmayız” havasında...
Şundan eminim ki iktidar da hukukun üstünlüğünün dikkate alınmadığı bu tür uygulamalarla gerçek anlamda bir reformun yapılamayacağını çok iyi bilmektedir. Muhtemelen rahip Brunson örneğinde olduğu gibi bazı isimlerin tutukluğunu masada tutarak, Avrupa ile ilişkilerde bir kapı aralamayı düşünüyor olabilir. Ama unutulan bir nokta var; artık demokratik dünyada Trump yok... Dolayısıyla evdeki hesap çarşıya uymayabilir, bunu da unutmamak lazım.