Rusya’nın davetiyle terör örgütü YPG/ PKK’nın siyasi uzantılarından Suriye Demokratik Konseyi’nin elebaşlarından İlham Ahmed ile Halkın İradesi Partisi Genel Sekreteri Kadri Cemil Moskova’da bir araya geldi.
Toplantıda, Moskova yönetimi ve Beşşar Esed rejimine yakınlığıyla bilinen Cemil, terör örgütü temsilcisiyle Suriye’nin yönetim şeklinin değiştirilmesini amaçlayan bir muhtıraya imza attı. Buna göre taraflar, Suriye’nin federal bir yapı içinde yönetilmesi konusunda anlaştı. (AA)
Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim üzerinden bütün dünyaya meydan okuyan Türkiye’nin, Rusya’nın terör örgütlerine kucak açan son tavrına karşı bir iki cılız demeç dışında fiili olarak nasıl bir tepki vereceğini doğrusu çok merak ediyoruz.
Malum siyasette rüzgarların sert esmeye başladığı son yıllarda, ortak akılla iş yapma ferasetini ve demokratik vizyonunu kaybeden iktidarın biraz da kendini koruma endişesiyle toplumsal hafızaya adeta nakşettiği ‘beka’ meselesini şu günlerde pek konuşmuyoruz. Belki de şöyle ifade etmek lazım, iktidar ülkenin bekasını elbette önemsiyor, sadece oyun dışında kaldığımız Suriye’de ‘beka’ meselesinin dillendirilmesinden pek mutlu olmuyor...
Bilindiği gibi 24 Ağustos 2016’da Suriye topraklarında Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG ve PKK terör unsurlarına karşı başlatılan askeri harekat, Türkiye’nin bekası açından hayati bir öneme sahipti. Aynı şekilde hudutlarda ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak, PKK/KCK/ PYD-YPG ve DEAŞ’a mensup teröristleri etkisiz hale getirmek, dost ve kardeş bölge halkını teröristlerin baskı ve zulmünden kurtarmak üzere, 20 Ocak 2018 saat 17.00’den itibaren Zeytin Dalı Harekatı başlatıldı.
Ve son olarak da 9 Ekim 2019 tarihinde yine Suriye topraklarında Barış Pınarı harekatı yapıldı.
O günleri hatırlayalım, memleket tam bir istiklal mücadelesi havasındaydı, hatta bu harekatları Çanakkale mücadelesiyle kıyaslayanlar bile vardı. Farklı bakış açıları anında “beka” söylemiyle susturuluyor, “Acaba geleceğe dönük sağlıklı bir stratejiyle mi hareket ediyoruz?” benzeri soru sorma gafletinde bulunanlar anında hainlikle suçlanıyordu.
Elbette Türkiye sınırlarını koruma ve terör unsurlarına karşı uluslararası hukuktan doğan harekat düzenleme hakkına sahipti. Bütün Türkiye de bu harekatların sonuna kadar arkasında oldu. Ancak Suriye’deki bölgesel ve küresel güçlerin varlığı dikkate alındığında, Türkiye’nin tek başına sonuç almasının çok da mümkün olamayacağı gerçeği de ortada duruyordu.
Nitekim filmin sonunda, Esad rejimi Suriye’de esas patron konumunda olan Rusya’nın himayesinde mutlu sona büyük ölçüde yaklaşmış oldu. Bizse bölge halkını terör örgütlerinin ve Esad’ın zulmünden kurtarmak üzere çıktığımız yolculukta yalnız başımıza kalakaldık. İnsani olarak kucak açtığımız milyonlarca mülteciye de bakmak zorundayız.
Peki bizim kazanç hanemizde ne var? Düne kadar Şam’dan başını uzatamayan Esad kazandı ve şu anda ülkenin büyük bir bölümüne hakim olmuş durumda, Rusya kazandı, İran kazandı, terör örgütleri de bulundukları bölgelerde mutlu-mesut yaşayıp gidiyorlar...
Ve en önemlisi de bizzat Rusya dışişleri bakanlığı nezdinde üst düzey bir ağırlama ile gerçekleşen son Moskova toplantısıyla YPG-PKK Suriye’de yeni oluşacak yönetimin asli unsuru olmayı garantilemiş bulunuyorlar.
Galiba hep birlikte şu soruyu sormamız gerekiyor: PKK Suriye’de devlete ortak olduğuna göre, bugüne kadar inanmıyorlar diye toplumun büyük bölümünü ‘hain’ ilan ettiğimiz şu ‘beka’ meselemiz ne oldu acaba?