Başta caz olmak üzere farklı müzikleri dinlemek, her zaman hayatımın vazgeçilmezleri arasında yer aldı. Daha doğrusu müziğin hayatım için hava, su ve ekmek kadar bir ihtiyaç olduğuna inandım. Günümüzün teknolojik yenilikleri, dünyanın bütün müziklerini dinlemek için müthiş bir imkan sunuyor ama müziğin efsanelerini canlı performanslarıyla dinlemek insana başka bir keyif veriyor.
İşte bu yüzden, Perşembe günü “süfli heveslere alet olmayı” göze alıp AKM’de konser dinlemeye gittim ama ne konser… Keşke piyanonun tuşlarında akıp giden zamanı durdurmak mümkün olsaydı da Abdullah İbrahim’le cazın şiiri bütün gece sürseydi…
Cazın ebedi piyanisti Abdullah İbrahim 32. Akbank Caz Festivali kapsamında İstanbul’daydı. Sahnede bir piyano, bir tabure ve bir de ebedi piyanist…
Abdullah İbrahim tuşlara yumuşakça dokunuyor, çekiç tele hafifçe dokunuyor ve sonra sertçe vuruyor, çekiç de tele sertçe vuruyor. Çekiç ve teller piyanistin dokunma şekline öylesine mükemmel bir uyumla cevap veriyor ki bir an için bunun olsa olsa ancak bir sihir olabileceğini düşünüyorsunuz. Çünkü piyanodan dökülen melodiler sizi derinden akan bir ırmağın içine çekiyor ve sonra da büyük şelalelerden akan sular gibi uçurumdan aşağıya fırlatıyor.
Fırtına dinip kendinize geldiğinizde, o sihri yaratan mükemmelliği fark ediyorsunuz. Nasıl ki parmaklar sanatçının vücudunun bir parçasıysa, piyano da ona cevap verdikçe adeta parmaklarıyla tuşlar birleşiyor ve piyanist o devasa enstrümanla tek vücut oluyor.
Turgay Yalçın’ın ifadesiyle, “Abdullah İbrahim, telaşla yaşanan bir ömrün sonuna yaklaştığı şu zamanında telaşsızlığı yaşıyor ve çalıyor. Şarkılarından yola çıkıyor; her birini, uçlarından diğerine düğümlüyor; onlardan yaptığı halıyı içinde bulunduğu mekana ve zamana seriyor.”
Galiba Abdullah İbrahim’in şu sözleri tam da bu anı tarif ediyor: “Notayı çaldıktan sonra yapabileceğim hiçbir şey yok. Geçmiş ya da gelecek yok, sadece o an var, içinde bulunduğumuz biricik an. Yapmam gereken, o anda yapmak istediğimi tüm samimiyetimle yapmak. Seyircinin işittiği ile bir bütün olmasını sağlayabildiğimde, deneyimlemesi gereken neyse seyirci onun içine gömülebilir. Ne hissettiklerini, düşündüklerini bilemem. Yapabileceğimin en iyisi yaptıktan sonrası seyircinin işi.”
O gece dinlediğim sadece bir caz konseri değil, salondaki insanları yüreğinden yakalayan sesler de bir piyanonun sesi değildi. Hissettiği gibi çalan bir insanla bir piyanonun oluşturduğu büyük bir ses deniziydi adeta… O anı hiç anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmadım, sadece dinledim hem de bütün ruhumla… Her ne kadar tarif edemesem de konser bittiğinde kalbimin derinliklerinde hissettiğim şuydu; iki saat boyunca sanki bir piyanoya dönüşmüş gibiydim.
Abdullah İbrahim, bu solo programda adeta tek başına bir orkestra gibiydi. Gerçi ne solo çalmak ne de yalnızlık hali İbrahim için hiç yadırganacak bir durum değil. Zira Reflections’tan Solotude’a kadar başta Dreamtime, Senzo, African Bneeze ve The Song İs My Story olmak üzere Abdullah İbrahim 20 civarı solo albüm yayımlamış bir sanatçı. Dünyada bu kadar solo kayıt yapmış başka bir piyanist yoktur herhalde…
İbrahim’in Covid-19 sürecinde çıkardığı son albümü “Solotude” bir bakıma zirve niteliği taşıyor. “Albümün adından da anlaşılacağı gibi Solitude kelimesinden üretilen "Solotude" albümü esasen 'yalnızlığın çevrelediği keder' ifadelerinden oluşuyor.
Tabi tümüyle kederli bir albüm demek de doğru değil ama yalnızlığın çağrıştırdığı en önemli kavram şüphesiz albümde kendine irice bir dilim olarak yer buluyor.” (Feridun Ertaşkan, Cazkolik)
Perşembe gecesi cazseverler açısından belki de son güzelliklerden birisiydi, zira hayatının 80 yılını piyano başında geçiren bu efsaneyle buluşmak her zaman mümkün olmayabilir. Afrika’nın ebedi kaynaklarından aldığı temel formları yaratıcı dürtülerle modern müziğin global kökenleriyle buluşturan Müslüman cazcı Abdullah İbrahim’in piyano resitalinin tınıları kulağımda hep bir şiir tadında kalacak…
Keşke Abdullah İbrahim bu konserinde “Ishmael” parçasını da seslendirseydi, zira sanatçı burada ‘Fatiha’ ve ‘Ayetelkürsi’yi okuyordu. Ama iyi ki seslendirmedi, yoksa iktidar günah diye yasaklardı…