Bütün toplumlarda olduğu gibi Türkiye toplumunda da tarihsel köklerine bağlılık önemlidir. Kuşkusuz bu durum millet olmanın en önemli özelliklerinden birisidir. Dolayısıyla tarihi ile övünmek hiçbir zaman yadırganacak bir durum olarak görülemez.
Ancak gerçeklikten kopuk, sadece hamasete indirgenmiş bir ‘şanlı tarih’ goygoyculuğu da övünülecek bir meziyet olmamalıdır. Mesela Osmanlı bu ülkede yaşayan hemen herkes açısından tarihi ve kültürel anlamda önemli bir değerdir.
Eğer bu mirası at sırtında gerçekleşen fetihler bağlamında değerlendirirsek bu eksik bir bakış olur. Maalesef bugün siyasetten farklı toplum katlarına kadar hemen her kesimde içi boşaltılmış bir Osmanlı hayranlığı var. Eleştirel bakış kabiliyetimiz olmadığı için Osmanlı’ya bakışımız da ne yazık ki pek sahici değil.
Mesela Osmanlı padişahları özellikle şiir ve müzik konusunda çok önemli meziyetleri olan şahsiyetlerdir. II. Murad’tan Fatih Sultan Mehmed’e, II. Bayazıd’tan Kanuni’ye, II. Selim’den III. Murad’a, II. Osman’dan IV. Murad’a kadar pek çok padişah ‘mahlas’ kullanarak şiirler yazmışlardır.
Yine pek çok padişah müzik konusunda ince zevklere sahiptir. Öyle ki padişahlar sadece Türk musikisi değil, aynı zamanda klasik Batı müziği hayranıdırlar. Bu çerçevede günümüzün siyasetçileriyle Osmanlı padişahlarını karşılaştırdığımızda kelimenin tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşarız.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana siyasetçilerimizle ilgili kabaca bir tasnif yapılsa, herhalde çok azının miting malzemesi olarak kullanmak dışında şiirle uzaktan yakından bir ilgilerinin olmadığı rahatlıkla görülecektir. Aynı şekilde ruh dünyalarının kapıları müziğe de kapalıdır. Ama bazı müzikleri yasaklamak konusunda önemli maharetlerinin olduğunun altını çizmekte de yarar var.
Şimdi, ünlü Macar besteci Franz Liszt’i İstanbul’a getiren Sultan Abdülmecid’le bugün devleti yönetenlerin sanata ve kültüre olan ilgilerini karşılaştırabilir misiniz? Bırakın karşılaştırmayı, bugün Türkiye’yi yönetenlerle ilgili böyle bir hayal kurmak bile imkansızdır.
Abdülmecid bu anlamda o dönemin padişah tanımlarına göre de farklı bir yere sahiptir. O tıpkı babası ve selefi II. Mahmud gibi Batı müziğini, sanatını seven, klasik müziğin renkli melodileriyle ve çoksesli doğasından keyif alan, estetik duygusu gelişmiş bir padişahtı.
Yıl 1847, aylardan Haziran… Sultan Abdülmecid, hayranı olduğu ünlü Macar besteci ve piyanist Franz Liszt’i İstanbul’a konser için davet eder. Yaz güneşi denizi, ağaçları ve Çırağan Sarayı’nı mevsimin ilk sıcaklarıyla kuşatıyordu.
Usta piyanistin parmakları piyanonun üzerinde dans ederken, melodiler Çırağan’ın duvarlarında büyülü bir şiiri başlatıyordu sanki… Melodiler havaya yayıldıkça sultanın mutluluğu da gözlerinden okunuyordu…
Bilindiği gibi Franz Liszt,19. yüzyılın en önemli piyanistlerinden birisi ve senfonik şiir tarzının yaratıcısı olan bestecidir. 22 Ekim 1811'de Macaristan'ın Doborján (Raiding) kentinde doğan küçük Putzi (Franz Liszt), ilk piyano derslerini onun müzik dehasını keşfeden babasından aldı.
Franz Liszt, müzik tarihinin en verimli ve gelişkin dönemlerinden olan romantik dönemin her anına ortak olmuş ve gençliğinden ölene dek zamanın ruhunu eserleriyle ifade edebilmiş bir bestecidir. Klasik dönemin metodçuluğunun henüz yeni ortadan kalktığı bir dönemde, tamamen o stilin ustaları ile çalışarak yetişen bu besteci, hayatının sonuna yaklaştığı yıllarda Avrupa’da artık empresyonizm konuşulmaktadır. Liszt’in müziğinde bu yıllar içinde şekillenen tüm sanat akımlarının izleri görülür ki kendisi bu dönemin diğer bestecileri, şairleri, görsel sanatçıları ile de yakın dostluklar kurmuştur. Liszt’in müzik tarihine bıraktığı en büyük miras ve belki de üzerinde haklı şekilde en çok konuşulan özelliği ise, piyanoyu ele alış şeklidir. Liszt, piyanonun sınırlarını görülmemiş şekilde zorlamış ve bu çalgının tek başına neler yapabileceğini göstermiş ilk bestecilerdendir. Liszt, solo resital fikrini ortaya çıkaran ve defalarca uygulayan ilk solist ve bestecidir. Bu resitallerde kronolojik sırayla Bach, Beethoven, Schubert, Berlioz ve Wagner gibi bestecilerin eserlerinin piyano uyarlamalarına yer veren Liszt, Borodin, Grieg, Debussy ve Balakirev gibi bestecilere de bu konuda öğretmen olarak yol göstermiştir.
Keşke bugünkü siyasetçilerimiz de tarihe hamasetin ışıksız ortamından değil de birazcık olsun sanatın evrensel penceresinden bakabilseler…