CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne yasal güvence hamlesi iktidar cenahını ve de bazı sol çevreleri çok rahatsız etti. İktidar doğal olarak her zaman siyasi bir rant olarak kullandığı başörtüsü meselesini CHP ile paylaşmak istemiyor. Bu yüzden de meseleyi anayasa değişikliği gibi ne olacağı belli olmayan bir zemine yayarak arsasının etrafını dikenli tellerle çeviriyor.
Sol çevrelerse malum, onların çok daha derin hastalıkları var… Cumhuriyet’i otokratik bir rejim olarak algıladıkları için, özgürlük alanlarının genişlemesi imanlarına zarar veriyor. Bu korku yüzünden sol cenah Kılıçdaroğlu’na ateş püskürüyor. Gerekçeleri de hazır: “Memlekette böylesine derin ekonomik kriz ve yoksulluk varken tek derdimiz başörtüsü mü?”
Galiba bu Ortodoks sol asla demokrasiyi içselleştiremeyecek, muhtemelen demokrasiyi sadece bir lafızdan ibaret sanıyorlar. Oysa demokrasi öncelikle insan hakları temeline dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan bir hukuk devletidir.
Eğer bir ülkede hukuk yoksa ekonomik refah olmaz, başörtülüler dahil bütün kesimlerin özgürlük alanları genişlemez, kamil manada insan hakları, kadın ve çocuk hakları olmaz.
Evet bugün derin bir yoksulluk yaşanıyor ve doğal olarak insanların önceliği ekonomi. Ancak bilmek gerekiyor ki bugün şikayet ettiğimiz ekonomik krizin de, yolsuzlukların da, yoksullukların da, adaletsizliklerinin de, kadın cinayetlerinin de, yandaş paylaşımlarının da temelinde ‘hukukun üstünlüğü’nü yok eden sistem anlayışı bulunmaktadır.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsüne yasal güvence’ girişimini hukuk devleti anlayışından kopartarak “Türkiye’de bugün başörtüsü sorunu yok” diye okursanız, demokrasiyi salt bir görüntüye indirgemiş olursunuz ki böyle bir demokrasi olmaz.
Unutmayalım, tıpkı ‘bugün başörtüsü sorunu yoktur’ söylemini dillendirenler gibi birileri de uzun yıllardır “Türkiye’de Kürt sorunu yok” diyerek bir algı oluşturmaya çalışıyor. Eğer ‘Kürt sorunu yok’ diyenler haklı olsaydı Türkiye binlerce gencini şehit vermez ve ülke bunca acılar yaşamazdı. Demek ki bu ülkede bir Kürt sorunu var ve bu memleketin öncelikli sorunları arasındadır. Dolayısıyla halkın yaşadığı fukaralık ne kadar önemliyse, Kürt sorunu da, başörtüsü de, özgürlükler de, yolsuzluklar da o kadar önemlidir.
Ama ne hikmetse özellikle sol medyada yer alan kalemlerin, merdiven altı İslamcıların böyle bir derdi yok. Ne yazık ki bu ülkedeki ‘arkaik sol’ hala “laiklik elden gidiyor” şarkıları söylemeye, İslamcılar da “Aman iktidarı kaybetmeyelim” masalları anlatmaya devam ediyor. Maalesef yıllarca bu ülkenin insanlarına tepeden bakmaktan, efendilik taslamaktan bir türlü bıkmadılar.
Düşüne biliyor musunuz, Türkiye mevcut alaturka sistemden kurtulmak için çok önemli bir fırsat yakalamış ama ‘arkaik sol’ sabah akşam Kılıçdaroğlu’na saldıryor. Mesela dünyayı kendi küçük ideolojisinden ibret sayan bir sol kalem diyor ki: “Erdoğan’ın manevra yaparak yasa teklifi yerine anayasa değişikliğini önermesiyle de laik devlet ilkesini tehlikeye atacak bir sürecin yolunu Kılıçdaroğlu açtı!” Bir başka kalem ise Kılıçdaroğlu’na ve dindarlara öfkesini şöyle anlatıyor: “Muhafazakâr denen kesime karşı sanki yanlış yapılmış, sanki suç işlenmiş de özür dilemek gerekiyormuş gibi bir tavır içindesiniz.”
Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki sol kalemlerin derdi asla demokrasi ve değişim değil. Aslında bilerek ya da bilmeyerek AK Parti iktidarı için çalışıyorlar. Herhalde ‘arkaik sol’un dindarlara karşı olan bu nefretini gören makul insanlar, doğal olarak “Aman bunlar gelirse, yine üniversite kapılarında yeniden ‘ikna odaları’ kurarlar” korkusuna kapılıp CHP’den uzaklaşacaklardır. Eğer gerçekten niyetleri buysa, Allah için AK Parti’ye büyük bir hizmet sunuyorlar… Eğer AK Parti bu ‘arkaik sol’a ödül vermezse ayıp eder…
Hemen hatırlatalım, ister sol, ister sağ, isterse dindar mahallelerde yer alalım; eğer hep birlikte gerçek anlamda bir hukuk devletini, özgürlükleri talep etmezsek ekmeğimiz büyümez, fukaralıktan kurtulamayız ve de hiçbirimiz güvende olamayız.
Galiba tam da bu noktada Yusuf Has Hacip’in ‘Kutadgu Bilig’ adlı eserindeki şu sözlerin altını tekrar tekrar çimekte yarar var: “Adalete istinat eden kanun, bu göğün direğidir; kanun bozulursa gök yerinde duramaz. Beylik kanun ile ayakta durur. Kanun su gibidir; zulüm ise ateş gibi her şeyi mahveder; sen berrak su akıttın ve ateş söndü. Böylece hükümdar memleketini düzenledi ve tanzim etti; halkı zenginleşti, o devirde kurt ile kuzu aynı yerden su içti. Bak dünyaya, tam bir saadet kuşağı bağladı; kurt ile kuzu bir arada yaşadı.” (Ramazan Arıtürk, Yargının yeniden Yapılandırılması, -M.Muhsin Kalkışım’ın ‘Kutadgu Bilig’de Adalet Değeri’ kitabından)