Mevsimlerin bir suçu yok ama, galiba sonbaharı hiç özlemeyeceğim. Aslında her sonbahar benim için biraz hüzündür, ama bu sarı sonbaharı tarif etmek imkansız.
Eylülle birlikte her tarafı kaplayan hüzün kokusu, sanki kötü şeyler olacakmış gibi endişeli duyguları tetikliyor insanda... Yarın neler olacak, zalim virüs kimin kapısını çalacak, ya da kaç kişi eksilerek çıkacağız sonbahardan bilemiyoruz.
Havada öyle bir umutsuzluk kokusu var ki, hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden... Genelde en sıkıntılı zamanlarımda şarkılara, şiirlere tutunarak ayakta kalmaya çalışırım. Galiba bu kez şarkılar da kar etmeyecek.
Ama yine de en büyük dostumuz şiirler ve şarkılar. Sırasıyla bütün duygusal ve hüzünlü rock şarkılarını dinliyorum. Önce The Rolling Stones’in “Wild Horses” şarkısı müthiş bir eylül yorgunluğu ile dinliyorum.
/Vahşi atlar beni uzağa sürükleyemez
Vahşi atlar beni uzağa sürükleyemez
Biliyorum seni rüyamda bir günah ve bir yalanla gördüm
Ve ben özgürleştim, ama fazla zamanım yok
Kader acı çektirdi ve gözyaşları mutlaka dökülmeliydi
Böylece ölümümüzden sonra yaşam devam eder/
Sonra muhteşem bir ses olan Rod Stewart’tan aşk ve tutku dolu “You’e in My Heart” şarkısı... Ve Paul McCartney& Wings’ten ‘Silly Love Songs...’ Bilindiği gibi bu şarkı Frank Zappa’nın “Paul McCartney hep aptal aşk şarkıları yazıyor” demesi üzerine yazdığı rivayet edilen bir şarkıdır. İnadına aşk...
Keşke zihinlerimizi yalanlarla, hamasetle istila eden yürekleri aşka olanlara karşı inadına her gün bir gül alıp, yeni şiirler okuyabilsek. Bunun için vahşi atlarla uzaklara sürüklenmeye bile razıyız...
Aslında bütün korkularıma, Eylül’e karşı mesafeli duruşlarıma rağmen sonbaharı da, hüzünleri de seviyorum. Çünkü unuttuğum bütün şarkıları bu mevsimle birlikte yeniden dinliyorum, uzaktaki dostlarıma en güzel şiirleri sonbaharda gönderiyorum, ya da onlardan şiirler alıyorum...
İşte bugün, 2013’te yitirdiğimiz şair dostumuz Ahmet Erhan’ın deneme ve yazılar toplamından oluşan, Kırmızı Kedi yayınları arasında çıkan “Ankara-İstanbul Karatreni” adlı kitabı geldi.
Ankara’dan kalkıp İstanbul’a varan kara, kapkara bir trenin kompartımanında yazılan ve yolu hep şiirden geçen yazıları eşliğinde Ahmet Erhan’ın şu dizelerini okuyup Miles Davis’ten bir caz parçası dinleyeceğim, sonra da gidip özgürlüğe kapalı yürekler için bir gül alacağım!
/Çiçekçi bana bir gül ver/ Sevgilime değil, bir ölü için/ Çiçekçi bana bir gül ver/ İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim/
Yakasına böyle bir gül takmıştı/ O gün bir görseydin sen onu/Çiçekçi bana bir gül ver/ Sanki o güldendi bütün mutluluğu/ Sen de: -Bir arkadaşın öldü/ Ben diyeyim: -Kardeşim!/ Çiçekçi bana bir gül ver/ Götürüp tabutuna iliştireyim/
/Kaldırımlarda kömür tozları/ Bacalarda koyu bir duman var/ kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin/ Çiçekçi bana bir gül ver/ Kapalı perdeleri açabilse gülüm/ Kapalı kapıları kırabilse/ Kapalı yüreklere girebilse.../ Çiçekçi bana bir gül ver/ -Beyim, gül olmaz bu mevsimde!/